top of page
Talin Hüseyinoğlu

Yasla başlayıp umutla biten Kutsal Hafta’da Antakya’ya özlem



Benim ve benim gibi birçok Antakyalı Ortodoks için yılın en heyecanlı haftası, Kutsal Hafta. Kutsal Hafta, Paskalya’dan önceki haftadır ve kilise program olarak çok yoğunlaşır. O haftanın her günü kilisede bir ayin, bir organizasyon mutlaka olur. Şanini, yani Dallar Pazarı’yla başlayan bu süreç sabahları procezmeni ayinleri, Çarşamba akşam Kutsal Yağ Duası, Perşembe akşam Kutsal Perşembe (İsa'nın öldüğü gün olarak düşünülür), Cuma akşam Kutsal Cuma (İsa’nın cenazesinin olduğu gündür), Cumartesi günü Nurlu Cumartesi ve Pazar da Paskalya…


Procezmeni’den Kutsal Yağ duasına


Geriye dönüp bakıyorum çok eskilere, ilk gittiğim procezmeni ayinine. Şaşkınlıkla ritüeli izlediğimi hatırlıyorum. Çok ciddi ve biraz ürkütücü gelmişti o zaman. Bir gün önce yani Şanini’de ne kadar keyifliydi kilise ve insanlar. O gün ise herkes biraz üzgün gibiydi. Bir bayrama değil, cenazeye gelmiş gibi hissetmiştim. O zaman Kutsal Hafta’yı tam bilmiyordum. Aslında pek tabii bir yas vardı. İnananlar için birkaç gün sonra kurtarıcıları ölecekti ve haftanın sonunda tekrar dirilecekti. Tüm hafta havada asılı duran yas bulutunun arkasında bir umut vardı benim gördüğüm. Beni heyecanlandıran ve tüm haftayı kilisede geçirmeme sebep olan şey de tam olarak bu umut haliydi.


Paskalya’nın heyecanıyla o hafta tüm hayatım durur, kilise için çalışırdım. Ayinler öncesinde kiliseyi o gün için hazırlar, ayin sonrasında temizler, bir sonraki gün için hazır hale getirirdik. Cemaatten bir grup gönüllü insanlarla yapardık tüm bunları, her yaştan her meslekten insan o hafta kilisede çalışırdı. Beraber yemek yerdik, beraber gülerdik, beraber hazırlardık kilisemizi o güne. Gelecek insanlar için süslerdik, kiliseyi konuştururduk sanki. Üzgün bir gün mü? Yasımız mı var? Yoksa umut dolu muyuz? Kullandığımız çiçeklerle, renklerle o güne yakışır bir kostüm hazırlardık kiliseye. En azından bana öyle hissettirirdi.


Her sene ayinlerden önce kilise boşken girer dolaşırdım koridorlarında, çok büyüleyici olduğunu ve o gün için tam hazır olduğunu düşünürdüm. Güzel bir ayin olacağı kilisenin her taşından belliydi. O zamanlar çocukça bir eğlence gibi geliyordu bana. Herkesin bir arada olduğu, normalde yapmadığımız şeyler yapmak, oradan oraya koşturup verilen işleri en iyi şekilde yapmak keyifliydi. Aslında evimizi misafirlerine hazırlıyorduk. Bu keyfi veren oraya ait olmaktı.


Kutsal Yağ Duası’ndan Cınnez’e


Hafta başından başlayan bu koşturma Perşembe ve Cuma günleri akıl almaz bir yoğunluğa ulaşırdı. Sabah gittiğim kiliseden gece yarıları eve dönerdim. Çarşamba günü Kutsal Yağ Duası’nın öncesinde kilise mutfağının yoğunluğu olurdu. Mutfak çalışanları ve gönüllü olarak orada bulunan cemaat üyeleri ayinlerde insanlara ikram edilecek yiyecek, hediye gibi şeylerin hazırlıklarını yapardı. Çarşamba ayinde yağ ve sular kutsanırdı. Okunacak çok fazla mektup ve dua olduğu için çocuklara, kilisede o hafta çalışan gençlerin okumasına imkan tanırlardı. O mikrofonun önünde herkese bir şeyler okumanın heyecanı vardı koronun kenarında duran insanlarda. Seneler sonra çok doğal gelecek olan bu durumu ilk yapacağım zaman nasıl hissettiğimi hala hatırlıyorum. Çarşamba ayininden sonra Perşembe için ufak tefek hazırlıklar yapar. Bir gün sonra dinlenmek için diğer günlere kıyasla daha erken bir saatte evlerimize dönerdik. Perşembe önemli ve yorucu bir gündü. Ayin de daha uzun sürerdi ve Cuma günü için hazırlıklar yapılacaktı.

Perşembe günü gündüz evlerde bayram hazırlığı yapardık. İçli köfteler, bayram kurabiyeleri, evlerin süslemeleri. Aynı kilise gibi evlerimizi, sofralarımızı paskalya için hazırlardık. Akşama doğru ayinden önce kiliseye giderdik. Perşembe akşamı uzun ve duygusal olarak yoğun bir ayindi. İsa’nın hayatıyla alakalı 12 İncil bölümü okunur. Bunlar kronolojik olarak İsa'nın son günlerini anlatır. İncil bölümleri, İsa’nın yakalanmasını, gördüğü işkenceleri, çarmıha gerilmesini ve cenazesini anlatır. Ayrıca bu bölümlerden çarmıha gerildiği kısmı anlatan bir ritüel de yapılırdı. Papaz önünde mum ve ikona taşıyan çocuklar ve koro üyeleriyle kilisede büyük bir dönüş yapardı. Bu sırada oldukça duygu yüklü bir ilahi eşlik ederdi bu dönüşe. Kilisede tüm sene geçirdiğim en hüzünlü gün o gün olurdu. Ayin, ilahiler, insanlar ve kilisenin her bir taşı yas doluydu sanki. Gelen insanlar da kıyafetleriyle, sadelikleriyle, duruşlarıyla eşlik ederlerdi bu yasa. Kilise o gün gözyaşlarıyla süslenir. Normalde cenazesi olan ve bayram ayinine katılmayacak olan yaslı insanlar bile o gün belki de ilk defa evlerinden çıkar ve o ayin için kiliseye gelirlerdi. Bayram ayini yaslarına uygun değildi ama bu bayram sürecinin bir parçası olan Büyük Perşembe yaslarının ta kendisiydi. Uzun ve yorucu bu ayinden sonra Cuma sabah ayini de olacağı için birkaç ikonayı önden süsler ve en önemlisi ayinde kullanılacak tabutu kiliseye taşırdık. Sonrasında da gelen çiçekleri ayırır, etrafı temizler ve böylece Cuma’ya ön hazırlıklarımızı yapmış olurduk. Sonrasında beraber kilise bahçesinde yemek yer, dinlenmek için evlerimize dağılırdık.


Cuma günü hem sabah hem akşam neredeyse aynı ayin yapılırdı. İkisi de bir cenazeydi aslında, kilisenin ortasında tabut dururdu. Bu ayin için kilisede büyük bir süsleme yapardık. O tabutun etrafı, ikonaların çevresini, balkonun demirlerini çiçeklerle doldururduk. Avizeler arasında siyah şeritler çekerdik. Sabah ayinden sonra başlardık çalışmaya, akşam ayin saatinden biraz önce kiliseyi tamamen hazır hale getirirdik. Bizler kilise içinde çalışırken arkadan Feyruz’un Hazin Haftası albümünü açardık. Ayin zamanına kadar kilisenin ses sisteminden Feyruz yankılanırdı. Büyük Cuma, Antakya’daki her kültürden insan için çok önemli bir gündü. Bizler kilisede hazırlık yaparken insanlar ziyarete gelirdi. Dilekler diler, adaklar adarlardı. Geçen sene dileği kabul olmuş insanlar teşekkür etmeye gelirlerdi. İnsanlar hasta yakınlarını şifa bulmaları için o gün mutlaka kiliseye getirirlerdi. Kilisenin en çok ziyaretçi aldığı günlerden biri olurdu. Akşam ayinine de cemaatin büyük kısmı katılırdı. Cuma akşamından sonra yavaş yavaş o yas hissi çekilir yerine bayramın heyecanı ve mutluluğu kalırdı. Cuma ayinden sonra kilisenin temizliğini yapar, bahçede yorgunluk kahvemizi içer ve evlerimize dağılırdık. Cumartesi sabah ayin vardı: Nurlu Cumartesi.


Nurlu Cumartesi ve Paskalya





Cumartesi’ye çok mutlu uyanırdım. Düşününce bütün yılın en sevdiğim günü Nurlu Cumartesi’ydi. Nedense her sene o gün içimde bir çocuğun sevinci olurdu. Bayram benim için o Cumartesi’ydi. Sabah erken saatte kiliseye giderdik. Ayin başladıktan kısa bir süre sonra papazlar heykelden kilisenin içine çıkardı yanlarında çocuklarla. Çocukların heyecanıydı belki de beni bu kadar mutlu eden, belki de kendi çocukluğumdan hatırımda kalan kendi heyecanımdı. İçleri defne yaprağı dolu hasır sepetlerle papazların peşinde dolaşırdı çocuklar. “Kum ya Allah” isimli ilahiyi söyleyerek kilisenin her yerine o defne yapraklarını atardı papazlar. İşte o zaman yas tamamen biterdi. İşte o zaman bayram olurdu. Tüm hafta yasımızın arkasında saklanan o umut o defne yapraklarıyla saçılırdı sanki etrafa.


Artık herkes mutluydu. Yüzlerden, kıyafetlerden kilisenin içindeki cıvıltıdan, havadan bile belli olurdu. Tüm hafta bir açık bir kapalı giden hava -havanın bu durumuna da fertunıt cınnez (cenaze fırtınası- İsa'nın can verdiği anda tapınak perdesinin yırtılmasına ve fırtına çıkmasına atıf yapılır) der büyükler- Cumartesi bahara dönerdi. Sanki tüm ağaçlar o gün çiçek açar, ilk filizler o an yeşerirdi. Benim için çocukluğumdan beri baharı Nurlu Cumartesi getirirdi. Ne düşen cemreler ne gelen aylardı baharı getiren benim için, bahar o Cumartesi gelirdi. Kilisede ayin coşkuyla devam eder, ayin sonrası gülüşerek çıkardı insanlar kiliseden. Bahçede kahve içmeye çağırırdı herkes birbirini. Biz zaten her ayin sonrası o bahçede kahvemizi içerdik.


Bir sene kiliseye evlerimize kurduğumuz yumurta ağacının aynısını kiliseye yapmamız için aramızdan bir kişi güzel bir saksı içinde bir dal ve renkli yumurtalar getirdi. O dalı da yumurtalarla bizler süslerdik. Bu bahsettiğim gönüllü insanlar aslında kocaman bir aile gibiydi. İlk tanıdığım insanlardı. Yaşı küçük olanların doğdukları günleri hatırlıyordum, yaşı büyük olanlar ise benim doğduğum günü biliyordu. Hepimiz birlikte neşeyle süslerdik o ağacı. Ağacı da süsledikten sonra kilisede bir işimiz kalmazdı. Evlere gider, yumurtalarımızı boyardık. Soğan kabuklarıyla beraber haşlanan yumurtalar kırmızıya yakın bir renkte çıkardı. Biz yumurtayı hazırlarken bir yandan Kudüs'te Kıyamet Kilisesi’nde nurun çıkmasını beklerdik. Ortodoks Patriği, İsa’nın mezarına girer dua etmeye başlar ve bir süre sonra bulunduğu odadan bir ışık hüzmesi yayılırdı. Çok büyük bir yapı olan Kıyamet Kilisesi’nin her yeri aydınlanır, insanların ellerindeki mumlar yanmaya başlardı. Bu mucizeyle İsa’nın dirildiğine inanılır, o nedenle nurun görülmesi Hıristiyanlar için oldukça önemliydi. Biz de heyecanla o anı beklerdik. Nurun çıkması ve yumurtaların boyanmasıyla Paskalya’ya tamamen hazırdık. Evlerde Paskalya süslemeleriyle her yer cıvıl cıvıldı.


Paskalya sabahı ayin sabaha karşı 4 gibi başlardı. Saray Caddesi’nden başlardı kilisenin süslemeleri. Ayin başladıktan sonra tek bir ağızdan söylenen ilahiyle kilisenin içinde dönmeye başlardık. Bu dönüşlere devre ismi verilir. Devre papazlar dahil herkesin dışarı çıkmasıyla bahçede son bulurdu. Ayinin İsa’nın dirildiğini anlatan kısmı kilisenin bahçesinde yapılırdı. Mesih Kam ilahisinin başlamasıyla bahçede konfetiler patlar, etrafta saklı balonlar üstümüze düşerdi. O an sanki hazırlanmış bir sürpriz gibi mutlu ederdi beni. Her an ne olacağını çok iyi bilirdim ama yine de şaşırıp mutlu olurdum. Eskiden bu sırada kuru sıkı tabanca sıkılırdı ve ben çocukken bu seslerden çok korktuğum için kilisenin içinde kalmayı tercih ederdim. O sırada kilisenin içinde kalan birkaç kişi olurdu. Papazlar kiliseye geri dönmeye çalışırken bir seremoni yapardı. Seslerden korkan ben ve bu seremonideki okumayı yapacak kişiler hariç herkes dışarda olurdu.


Bahçede yapılan kısım bittikten sonra önde papazlar ve arkalarında tüm cemaatle kiliseye girmeye çalışırken içerdeki kişiler kapıları kapatırdı. Papazlar kilisenin kapısını çaldığında ise içerden “Kapıyı çalan kim?” diye sorulurdu. Papazlarda “Kapıyı açın, çünkü kurtarıcınız Mesih dirildi” cevabını verirdi. Bu konuşma aynı şekilde ve Arapça olarak üç kere tekrarlandıktan sonra kapı itilir ve tüm cemaat ilahiler eşliğinde tekrar kiliseye girerdi. Ayin bu sefer kilisede devam ederdi. İnsanlar biraz ayine katılır, biraz dışarda hazırlanan masaların etrafında sohbet ederdi. Ayin tamamen bittikten sonra kilisenin bahçesinde kahvaltı verilirdi. Tüm cemaat ve katılan misafirlerle beraber kahvaltı ederdik. Tüm haftanın telaşı, yorgunluğu ve bayramın mutluluğuyla bahçeden konuşma ve gülüşme sesleri yükselirdi. Herkes en güzel kıyafetleriyle rengarenk ya da bembeyaz şekilde orada olurdu. Fotoğraflar çekilir, sohbetler edilirdi. Gerçek bir bayram havası yaşanırdı. Yasla başlayıp, umutla biten bir hafta olurdu bizler için.


Depremden önceki Paskalya, Antakya Rum Ortodoks Kilisesi'nde


Bu sene Kutsal Hafta yine hüzünlü


O heyecan duyduğum hafta başladı ve ben bu sene o heyecanın yerini özlemin aldığını iliklerime kadar hissediyorum. Depremden önceki Paskalya’yı hatırlıyorum. Uzun zaman sonra tüm hafta orada olabilmiştim. Kiliseyi her haliyle görüp Cumartesi yine o tuhaf heyecanla gitmiştim. O ağacı aylar sonra bir daha hiç göremeyeceğimizi bilmeden yine hep beraber süslemiştik. Depremden sonra da çok aklıma gelen o Cumartesi günü biz çok mutlu olduğumuzdu. Fotoğraflar çektik. Hepimiz çok neşeliydik. Her sene olduğu gibi iki tane defne yaprağını şans olsun diye cüzdanıma koymuştum. Her şey çok güzeldi. Şu an kayıplarımın hüznüyle giriyorum bu haftaya. Hepsinin eşsiz hatıralarını anımsayarak kutluyorum bayramımı. Beni en mutlu eden hafta artık buruk bir özlem hissi yaratıyor. Belki de biraz zaman sonra bu büyük yasın içinde bana göz kırpan o umudu tekrar bulabilirim. O zamana kadar sevdiklerimin, kilisemin ve çocukluğumun hatıralarını özlemle anıyorum.


İnanan, kutlayan herkesin bayramı kutlu olsun.



Bu platformun kendine ait resmi bir görüşü yoktur. Bu oluşum içerisinde yer alan tüm yazılar yazarların şahsi görüşüdür.  Okuduğunuz bu yazının yayın hakları nehna.org’a aittir, ilkelerimiz gereğince sitemizdeki yazıların paylaşılmasında bir sakınca görmüyoruz. Ancak paylaşım yapılırken evrensel basın ilkelerine riayet edilmesi, yazının ilk olarak nehna.org sitesinde yayınlandığına ilişkin ibare bulunması ve yazarın isminin anılması hususlarına dikkat edilmesini önemsiyoruz.

bottom of page