top of page
Can Terbiyeli

Vakıfların esas sorunu yeni yönetmelik mi?

Güncelleme tarihi: 23 Ağu 2023

Uzun yıllardır beklenen vakıflar yönetmeliğinin artık hazırlık aşamasında olduğunu son zamanlarda en yetkili ağızlardan duyduk. Geçtiğimiz günlerde Agos gazetesinde yer alan bir haber, bu konuda somut adımların atılmaya başlandığının işaretiydi. Haberde Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Cemaat Vakıfları Temsilciliği’nin vakıflara bir yazı göndererek, hem yeni yönetmelikten beklentilerinin hem de genel olarak vakıfların sorunlarının iletilmesini talep ettiği belirtiliyor. Buna ek olarak, Cemaat Vakıfları Temsilciliği’nden toplumumuza ait vakıflardan, yeni yönetmelikle beklentilerle ve genel sorunlarının yanı sıra, Hatay özelinde 1936 Beyannamesi problemi gibi Antakya’ya özel konularda da görüş isteniyor. Ben de bu haberin peşine düştüm ve bölgedeki cemaat vakıflarının yönetimleriyle görüştüm.

Öncelikle Agos’taki haberde söz konusu yazının tüm vakıf yönetimlerine gönderilmiş gibi dursa da, yaptığım görüşmelerde bölgedeki vakıflardan sadece Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’na bu konuyla ilgili bir e-posta ulaştığını öğrendim. Elbette Cemaat Vakıfları Temsilciliği’nin veri oluşturmak amacıyla vakıflardan görüş alması ve bunun yazılı olarak yapılması geçmişe göre olumlu bir adım. Ancak, bölgedeki tüm vakıflar adına sadece Antakya’daki vakıftan görüş alınması, Antakya Vakıf Başkanı Fadi Hurigil, diğer vakıfların görüşlerini toplayarak bir yazı hazırlamış olmasına rağmen, merkezden uzakta kalmış cemaat vakıflarına bakış açısını ve vakıflar arasındaki hiyerarşik yapıyı gözler önüne seriyor.

Küçük ve büyük ölçekli tüm vakıfların ortak problemleri olduğu gibi, her vakfın kendine özgü sorunları ve beklentileri var. Özellikle büyük şehirler dışında kalan ve nüfusu nispeten az olan Arsuz, Sarılar ve Tokaçlı’dakiler gibi vakıflar, öz kaynak ve insan kaynağı eksikliğinden dolayı büyük maddi ve manevi zorluklar çekiyorlar. Örneğin, bazı kiliselerin temizliğini ve ayine hazırlanmasını bizzat vakıf başkanları tek başlarına yapmak durumunda kalıyor. İdari işlerin sadece bir kişi (başkan) tarafından yapılması gerektiği için, bu işler zaman zaman aksıyor ya da hiç yapılmıyor. Hatta, burada bahsi geçen küçük ölçekli vakıf başkanlarıyla Nehna olarak mülakat yapmak istediğimde, vakıf başkanlarının bilgisayar ve internet erişimlerinin olmadığını öğrendim.

Bunlardan daha önemlisi ise vakıfların hukuki meseleleri. Yakın zamanda Nehna’da yayınlanacak olan Arsuz Vakıf Başkanı Corç Deniz’le yaptığımız röportajda, bu vakfın mallarına nasıl yasal bir itiraz olmadan kolayca el konulduğunu okuyacaksınız. Bu konuda hukuki olarak yetersiz kalındığı açık olsa da, bu yetersizliğin sorumlusu salt söz konusu vakfın yöneticileri değil. Özellikle mülkiyetle ilgili konularda vakıfların tek başına adımlar atması yerine, bu konuda yetkin kişilerden destek alınması ve gerekirse vakıfların bu süreçlerde birbirlerine yardım etmeleri çok önemli. Bu vakıfların eksiklerinin ve sorunlarının Cemaat Vakıfları Temsilciliği ve dolayısıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü nezdinde daha çok gündeme gelmesi ve nispeten büyük vakıflardan ya da bunun da ötesinde yine temsilcilik nezdinde kurulacak bir danışmanlık masasından teknik ve hukuki destek almalarının doğru bir yöntem olacağını düşünüyorum. Bununla birlikte azınlık kamuoyunun da bu küçük ölçekli vakıfların sesine daha çok kulak kesilmesi, medya ve yayın organlarında daha çok yer almalarını sağlaması gerekiyor.

Yeni yönetmelik çalışmaları esnasında belirli bölgeler ve cemaatler özelinde çatı vakıf (şemsiye vakıf) kurulması teklifinin de konuşulduğu biliniyor. Çatı vakıf, özellikle nüfus sıkıntısı çeken vakıfların mazbata altına alınma riskiyle karşı karşıya kalmaması için önerilen bir yöntem. Örneğin, Antakya Yahudi toplumunun nüfusu artık oldukça az. İskenderun Yahudi cemaatinin ise resmi rakamlara göre sadece bir mensubu bulunuyor. Yürürlükte bulunan hukuk kuralları gereğince bu cemaatlere ait vakıfların mazbata altına alınması, oldukça yakın zamanda gerçekleşebilecek bir olasılık. Söz konusu cemaatlerin birleşmesi yoluyla bölgede bir çatı vakıf kurularak en azından nüfus sorununu bir süreliğine çözüme kavuşturma amacı güdülüyor. Kimi vakıflar ise bu çatının tüm ülkeyi kapsayacak şekilde oluşturulmasını istiyorlar. Tüm Rum Ortodoks vakıflarını bir çatı altında birleştirecek bir üst yapı, örneğin. Nitekim Cemaat Vakıfları Temsilciliği’nden gelen yazıya tüm bölge vakıfları adında cevap veren Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı yönetiminin çatı vakıf konusunda olumlu görüş bildiriyor. Mazbata altına alınma riski taşıyan vakıflar yönünden olumlu sonuçlar doğurabilecek bir yöntem olmakla birlikte, “büyük” vakıflar ile “küçük” vakıflar arasında var olan hiyerarşiyi güçlendirme riski taşıyor. Bu nedenle, böyle bir uygulamanın hayata geçirilmesi halinde, katılımcı ve demokratik temsile dayalı bir yapıda olması ve merkezden uzaktaki vakıfların da temsil edileceği ve kendilerine özgü problemlerinin göz ardı edilmeyeceği bir organizasyon kurulmasının zorunlu olduğu kanaatindeyim.

Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı tarafından temsilciliğe verilen cevaplarda ayrıntılı olarak görüş bildirilen konulardan birisi de seçmen listelerinin belirlenmesi. Özellikle, cemaate mensup olan ama bölgede ikamet etmeyen kişilerin seçimlerde oy kullanıp kullanamayacağı konusunun yönetmelikle belirlenmesi gerektiği vurgulanıyor. Önceki seçim uygulamalarında, resmi ikametgahı vakfın bulunduğu bölgede olmayan kişilerin seçmen listelerinde yer almaması sebebiyle mağduriyet oluşmuştu. Vakıf yönetimi, bu kişilerin resmi ikametgahları dikkate alınmadan ve istekleri doğrultusunda herhangi bir vakfa üye olmalarının sağlanması ve seçim dönemlerinde de bu vakfın seçmen listesinde yer alması gerektiğini savunuyor. Bu konudaki bir diğer mesele de karma evlilik yapanlar. Evlilik sırasında vaftiz olan kişilerin, nüfus kayıtlarında din hanesini değiştirmedikleri takdirde, yine seçmen listelerinde yer almaması önemli bir diğer sorun. Bu sorunun çözümünün de vakıflara bırakılması isteniyor.

Hatay’daki vakıfların 1936 Beyannamesi’ne ilişkin problemleri ise başlı başına makale yazılmasını gerektiren bir sorun. Kısaca anlatmak gerekirse, 1935 yılında yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu uyarınca, 1936 yılında Müslüman olmayan vakıflardan beyanname vermeleri istenir ve beyannameleri teslim eden vakıfların Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki kütüğe tescil ve kayıtları yapılır. Böylece Hıristiyan ve Yahudi toplumlara ait bu kurumlar, “Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış ve mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıflar” olarak tanımlanmış olurlar. Dolayısıyla 1936 Beyannamesi, cemaat vakıfları açısından bir tüzel kişilik kuruluş tüzüğü niteliğinde. Buu tarihten sonra, 1939’da Türkiye’ye Hatay adıyla katılmış olan Antakya, İskenderun ve çevredeki vakıfların 1936 yılında verilen bu beyannameleri vermiş olmaları elbette ki mümkün değil. Ancak, 2011 yılında cemaat vakıflarına ait el konulmuş mülklerin iadesi sürecinde, Antakya, İskenderun ve Samandağ vakıflarının mülk iade taleplerinin mahkemelerden bu vakıfların 1936 tarihli beyannamelerinin olmaması gerekçesiyle reddedildiği biliniyor. Vakıflar Kanunu’na eklenecek bir maddeyle bu bölgedeki cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi verme yükümlülüğünden istisna tutulması, bu problemi kolaylıkla ortadan kaldıracaktır.

Yaşanan gelişmeler ve yapılan açıklamalar cemaat vakıfları yönetmeliğinin yakın zamanda yürürlüğe gireceğini gösteriyor. Görüştüğüm tüm vakıf yöneticilerinin öncelikli beklentileri seçim yapabilmek. Gerek Cemaat Vakıfları Temsilciliği’nin çalışması gerekse de bu konuda vakıf yönetimlerinin geri dönüşleri, seçim konusunun bir an önce çözülmesi gereken öncelikli bir sorun gösteriyor. Ancak, diğer temel sorunların da vakıfların gündeminden düşmediği aşikar. Umalım ki, halihazırdaki tasarı bu yaralara merhem olabilecek nitelikte olsun. Fakat daha önceki yazımda savunduğum gibi, vakıflar konusundaki çözümün yönetmeliklerle çözülebileceği kanaatinde değilim. Ülkemizdeki cemaat vakıflarının kanuni bir düzenlemeyle öncelikle tüzel kişilik sorunu çözülmelidir. Söz konusu kanunun ancak eşit yurttaşlık ve pozitif ayrımcılık prensibiyle yapılması halinde kadim sorunların çözülmesi mümkün olacaktır..

* Bu yazı kaleme alınırken görüştüğüm Antakya, İskenderun, Sarılar (Altınözü), Tokaçlı (Altınözü), Arsuz ve Mersin Ortodoks Kiliseleri vakıf yöneticilerine samimi görüşlerini benimle paylaştıkları için teşekkür ederim.

10 görüntüleme

Bu platformun kendine ait resmi bir görüşü yoktur. Bu oluşum içerisinde yer alan tüm yazılar yazarların şahsi görüşüdür.  Okuduğunuz bu yazının yayın hakları nehna.org’a aittir, ilkelerimiz gereğince sitemizdeki yazıların paylaşılmasında bir sakınca görmüyoruz. Ancak paylaşım yapılırken evrensel basın ilkelerine riayet edilmesi, yazının ilk olarak nehna.org sitesinde yayınlandığına ilişkin ibare bulunması ve yazarın isminin anılması hususlarına dikkat edilmesini önemsiyoruz.

bottom of page