Çağla Cemali Samandağ’ın ilk kadın belediye başkan adayı. Cemali aynı zamanda depremin 40. gününde Samandağ’da düzenlenen Hüznümüz İsyanımızdır eylemi ve deprem sonrası bölge halkı için gösterdiği çabalarıyla biliniyor. Çağla Cemali’yle yerel yönetimlerde kadının yerini, depremi ve Samandağ’ın ihtiyaçlarını konuştuk.
Röportaj: Mişel Uyar
Biz seni deprem dayanışmalarında tanıdık. Hepimiz yaşadığımız bu felaketi en az hasarla atlatmak için elimizden geldiği kadar çalıştık. Ancak senin Samandağ halkı için gösterdiğin çaba ve özellikle 40. gün anmasındaki gayretin özellikle Samandağ da belki de dayanışmanın yönünü değiştirdi. Deprem ve sonrasında yaşanan dayanışma çalışmaları için neler söylemek istersin?
Evet, bir yılı aşkın bir süredir kurduğumuz dayanışmalarda yer aldım herkes gibi. Çok önemli bir örnekti Anadolu halkları için. Herkes, ülkenin dört bir yanından herkes elinde ne varsa deprem bölgelerine gönderdi ya da geldi. Bizler de geçen sene bu günlerde kadın dayanışmalarını kurmuştuk 8 Mart vesilesiyle. O dönem genel seçim gündemiyle deprem bölgeleri unutulmaya yüz tutmuştu. Kadınlar burada yaşanan ve katliam boyutunda gelişen deprem sürecini hatırlatmak kaygısı taşıyordu. Burada kalanlar için terk edilme, çaresizlik o günlerde gündemdi ve tam o süreçte 40. günde "Hüznümüz İsyanımızdır" yürüyüşünü düzenledik. Ben konuşmamı bitirip sahneden indiğimde birçok insan "40 gündür ağlayamamıştım sayenizde ağladım", "Üzerimizdeki ölü toprağını attık" gibi söylemlerle bana sarıldı. O gün de şunu anladım: Dayanışma gıda kolisi ya da su kolisi dağıtmak değil yalnızca. Dayanışma birbirinden güç almak, toplumsal olarak yaşadığımız travmanın altından birlikte kalkmak, acıları ortaklaştırdığımız gibi bunlarla baş etmeyi de ortaklaştırmaktır. O günden bugüne de Samandağ Dayanışma Evleri'nde yaptığımız her şey bunlara yönelik oldu. Kuracağımız bir yaşam var ve bunun için mahalle mahalle herkesin çabasını, emeğini bir araya getirdiği koordinasyonlarımız çalışmalarını yürütüyor.
Samandağ'daki ilk kadın belediye başkan adayısın. Yıllardır yerel yönetimlerde kadınların olmadığı bir şehirde kadın aday olmak nedir? Yaşadığın zorluklar var mı?
Toplumsal rollerin etkisiyle kadınların siyasi yaşamdaki görünürlüğü malesef bu bölgede de az. Ama son süreçlerde dünyada ve Türkiye'de gelişen kadın hareketinin Samandağ'a da yansımaları var. Deprem sürecinde de kadınlar emeğinden gelen gücüyle koordinasyonlarda en aktif çalışma yürüten kesim oldu. Örneğin Samandağ'da şu anda bir mahallede kadın muhtar var ve daha önce çok sınırlı sayıda kadın muhtar adayları olmuş. Şu anda 42 mahallenin 14'ünde kadın adaylar var. Ben de bu ilçedeki ilk kadın belediye başkan adayıyım. Burada feodal bağların etkisinin buna sebep olduğunu düşünsem de sosyal demokrat bir kimliği olan Samandağ'da ilk olduğuma şaşırmıştım. Bir o kadar da heyecan verici. Seçim çalışmalarında da bunun etkisinden bahsetmek isterim. Öncelikle kadınların gözleri parlıyor, kendilerine olan güvenleri bana güvenmelerinin önünü açıyor. Birçok kadınla bir yıldır mahallelerde de çalışmalar yaptığım için belediyecilik ve yönetim anlayışına da güvenleri tam. Erkeklerden duyduğum ise bunun çok cesur bir davranış olduğu oluyor. Bunu anlayabiliyorum, alışılmışın dışında durumlar şaşırtabiliyor ya da cesurca gelebiliyor ama kadın hareketinin buna dair örnekleri oldukça fazla ve bana o da güç veriyor. Seçimde ise kadınların bu sene şaşırtacağına ve bu dayanışmayı büyüteceğine inanıyorum.
Sence şehirde özellikle depremden sonra kadınların ve gençlerin en önemli sorunları neler, bu sorunları aşmak neler yapılabilir?
Depremden önce de burada yaşadığımız birçok sorun depremle birlikte artarak devam etti. En temel ihtiyaçlara dahi cevap üretilemedi. Barınma, sağlık, eğitim, beslenme ve altyapı çalışmalarına dair hiçbir politika üretilmedi. Birçok insan hala çadırda , konteynerlarda yaşıyor ve bu alanlarda hijyen sorunu, çevre kirliliği, altyapı sorunu hep gündemde. Kadınlar ise dün evlerde ortaya koydukları emeği bugün bu şartlarda üretiyorlar. Yaşam alanlarının tüm sorunlarına rağmen organizasyonu, bu şartlarda yemek, çamaşır, bulaşık, yaşlı bakımı, çocuk bakımını sanki bu afet sürecini yaşamamış gibi yapmaya devam ediyorlar ve bunun bugün daha yıpratıcı bir tarafı var. Gençlerin de artan gelecek kaygısı çok net gözlemlenebiliyor. Üniversiteyi ya da liseyi bırakıp yutdışında çalışmak üzere şehirden giden çokça genç var. Kalanların ise eğitim sorunları her geçen gün katlanıyor. Okullar sağlam binalarda birleştirildi, bir kısmı da kamu binası olarak kullanılmak üzere ayrıldı. Kalabalık nüfuslu okullar, sınıflar ve gençlerin adaptasyonunu önemsemeyen bu anlayış okullardaki verimi düşürüyor. Yaşanan afet sürecinden sonra gençlerin rehabilitasyonu için de herhangi bir çalışma planlanmadı, ergenlik çağıyla birleştiğinde oldukça zorlu bir dönem olduğunu söyleyebilirim gençler için. Bu faktörlere bağlı madde kullanımı artıyor ve sosyalleşme alanları olmadığından gençlerin sosyalleşeceği alanlar daralıyor. Bunların aşılmasının bir yolu da kadınların, gençlerin kendi sorunları etrafında bir araya gelmesi ve taleplerini dile getirmesi. Bir afet yaşandığını ve burada hala insanların bir yaşam kurmak için mücadele ettiğini unutmayan diğer şehirlerde bunun dile getirmesi gerektiğini düşünüyorum. Yerel yönetimlerin de bunun bir parçası olarak bütçeyi en insani ihtiyaçların karşılanması, kadınlar ve gençler için planlaması gerekiyor.
Samandağ bir çok farklı topluluğa ev sahipliği yapıyor. Aleviler, Sünniler, Rum Ortodokslar, Ermeniler... Bu topluluklar Samandağ'da beraber yaşıyorlar. Bu yaşamı nasıl tarif edersin?
Aslında Anadolu topraklarının bütünü için bu söylediğiniz geçerli. Anadolu bir halklar mozaiği. Yaşadığımız coğrafya da öyle bir yer. Anadolu’daki hakim siyasal anlayış halklar adına bu mozaiği bir hapishaneye dönüştürmüştür. Halklar birbirine kırdırılmıştır. Bizim topraklarımızda, bu tarihten payına düşeni yaşamıştır. Ermenilerin izleri hala her yerde var. Bu tarihle halklarımızı buluşturmamız bundan sonraki süreçte ortaya koyacağımız birlikte yaşam pratiği için önemli bir yerde duruyor.
Bununla birlikte Samandağ'da herkes inancını, kültürünü, dilini kendi imkanlarıyla yaşatıyor. Herkes birbirine bu alanı tanıyor bu önemli. Bizler, Samandağ'da yaşayan halklar olarak yine de düşmanlaştırmaya karşı birlikte yaşamı var edebiliyoruz. Buna mecburuz çünkü; hakim siyasal anlayış hepimizi karşısına alıyor. Deprem süreci bunun en büyük örneği. Afeti katliama dönüştüren anlayışa karşı birbirimizin yarasını sardıkça halklar olarak daha fazla yan yana geldik, birlikte yaşam kültürünü daha fazla oluşturduk. Bu birliktelik oluşturulan dayanışmalarda ortaya çıktı. Birbirimizin varlığı hepimiz için çok daha önemli bir hale geldi.
Samandağ'da yaşayan azınlıkların günden güne sayıları azalıyor, sürekli göç ediyor. Toprakları imar planlarıyla parçalanıyor, ekonomik alanda zorlanıyorlar. Bu konuda neler yapılabilir? Samandağ'da yaşayan bu azınlıkların kültürlerini yaşatmaları ve geliştirmeleri için neler yapılabilir?
Depremden sonra yaşam koşullarının ağırlaşması, işsizliğin artması göçlerin önünü açtı. Burada yaşayan bütün halkların tarihini, kültürünü, dilini yaşatması toplumsal mücadele, toplumsal dayanışma açısından oldukça önemli. Halklar bu parçalanmaya karşı birlikte mücadeleyi oluşturmak zorundalar. Yerel yönetimler bu birlikteliğin sağlanması adına rol almalıdır. Göçün ortaya çıkmasının altında yatan nedenlere yönelik yerel yönetimler çalışmalar organize etmelidir. Ekonomi politikaları bu gerçeklik göz önünde tutularak planlanmalıdır. Hakim siyasal anlayışın kırılabilmesi adına deprem sürecinde ortaya koyduğumuz dayanışmanın, örgütlülüğün devam etmesi gerekir. Karşımızda şekillenen bu anlayışa karşı halkların kültürünü, tarihini, dilini, inancını üretebileceğimiz mekanlar oluşturmak zorundayız. Bu üretimler bizleri bir arada tutacak olan yapıyı ortaya çıkarmalıdır. Burada renkli bir coğrafyadayız, halkların dayanışmasını geliştirdiğimizde tarihlerini yaşattığımızda Anadolu coğrafyasında birçok halkın bu alanda çalışmalarının da önünü açacağını düşünüyorum.