Marie Albera Meyni, şu anda Fransa’da ikamet eden İskenderun doğumlu değerli bir yazar. Avrupa Hayalleri ise Meyni’nin yazdığı ilk Türkçe kitap. Daha önce Fransızca olarak kaleme aldığı Les Enfants d’Alexandrette (İskenderun’un Çocukları) ve Voyage Vers L’Inconnu (Bilinmeyene Yolculuk) adlı kitapları da bulunmaktadır. Bu ilk Türkçe kitabı, yazarın yaşadığı Strazburg’da Objektif adlı yerel gazetede köşe yazarı olarak yazdığı derlemelerden oluşuyor.
Kitabın yayınlanma hikayesine kısaca değineyim. Marie Albera‘nın bu kitapta derlenen yazılarını bir görüşmemizde dinleme fırsatı bulmuştum. Bu öyküler beni adeta büyülemişti ve bu yazıların bir kitap haline gelmesi konusunda yaptığı planları o zaman da desteklemiştim. Türkiye’de sayılı yayınevlerinden birinin sahibini arayarak, bu kitabın basımına ufak da olsa katkım olduğunu umuyorum. Marie Albera’nın çok yetenekli bir yazar olduğunu söylememe gerek yok. Kendisi, ayrıca Arapça edebiyatın büyük isimlerinden ünlü yazar merhum Hanna Mina‘nın (Meyni) de akrabasıdır. Dolayısıyla Marie Albera’nın yazarlık konusunda bu kadar yetenekli olmasına şaşırmamak gerek.
Kitaba dönersek, kitapta Marie Albera’nın ailesinden, köklerinin uzandığı Antakya’dan, Fransa’daki yaşamına dair hikayeler okuyoruz. Yazar, temelde çocukluktan beri var olan “Avrupa hayalleri”nden bahsediyor. Bu hayallerin yanında Antakya Hıristiyanlarıyla ilgili yer verdiği detaylar Anadolu köklerinin bir kanıtıdır adeta:
“70’li, 80’li yıllarda, ailemin de içinde olduğu Hristiyan cemiyetinde, nişanlılar bir yere çıkarken, aile efradının yarısı arkalarına takılırdı. Hiç kimse yoksa, dört beş yaşındaki kardeş eşlik ederdi onlara. “Sakın onları yalnız bırakma. İkisinin arasına otur, bir şey yaparlarsa bize söylersin.” Sanki ablasının namusunu o ufacık velet koruyacakmış gibi.”
Kitaptaki “İki Kültür Arasında” bölümünde ise bir Hatay tasviriyle karşılaşıyoruz. Sanıyorum Hatay’ı kimse onun kadar güzel tarif edemezdi:
“Tatil zamanı dedelerimizin doğup büyüdüğü şehre gittiğimizde de Türkçenin yerini Arapça şarkılar alırdı. Portokal çiçeği kokan o serin Hatay akşamlarında ipek sesli Feyruz’dan, gür ve harika sesli Vadi El Safi’den, Sabah’tan, Semira Tavfik’ten, Corc Vassuf’tan şarkılar söylenirdi tek bir ağızdan. Kuzenlerden biri çaldığı darbuka eşliğinde genelikle. Bizim Hatay kültürünün zenginliği işte burda. Türkçe kadar Arapça da ana dilimiz. Sohbetlerimizi her iki dilde yapar, iki dilde şarkı söyler, iki dilde küfrederiz. Mutfağımızda Türk mutfağının yanı sıra, lübnan, Suriye hatta Ermeni mutfağının da büyük etkisi var. Hepsinden en iyiyi en güzeli alıp kendi mutfağımıza sokmuşuz. Böylece çeşit ve kalitede oldukça zengin bir Hatay mutfağı oluşturmuşuz. Tıpkı müzikte olduğu gibi. Övünmek için söylemiyorum ama Hatay, tüm kültürel, etnik ve dinsel farklıklarına rağmen birlikte yaşamı oldukça iyi başarmış, bölgesel hayatı bu anlamda tam bir uyum üzerine oturmuş en güzel Türkiye örneği.”
Yazarın Hatay’dan Avrupa’ya yolculuğunun son noktası Fransa’daki yaşam tecrübeleri de çok kültürlü Fransa ve Avrupa üzerine oldukça düşündürücü noktalar barındırıyor. Bunlar arasında yazarın çalıştığı yerde tanıştığı ve üç yaşındayken tüm ailesinin katledilmesine tanık olan Cezayirli Yusuf’un hikayesi oldukça vurucudur. Yazarın Cezayirli Yusuf’un trajedisini şu şekilde aktarmaktadır:
Çalıştığım yere geldiği sıralar, gördüğü kabuslar sebebiyle uyuyamıyordu. Aldığı sakinleştirici ve uyku ilaçlarının etkisiyle neredeyse bir hayalet gibiydi. Aradan haftalar geçti. Yusuf’ta hiç bir iyileşme olmadı.
“Bir İhtimal Daha Var” bölümde Strazburg kentinde Türkiye Konsolosluğu önünde yaşanan arbedeye tepki göstermesi sonucu tanıştığı konsolos ile yaşadığı diyaloğu insanlık adına bir ders içermektedir diyebilirim:
“Birkaç yıl önce Strazburg Konsolosluğuna davet edilmiştim. İnsanlarımızın bir koyun sürüsü gibi Strazburg Konsolosluğunun önünde saatlerce bekletmelerine tepki olarak yazdığım bir mektuba istinaden dönemin konsolosu yazdığı mektubun altına adını – soyadını yazan ve imzasını atan nadir insanlardan birisiniz.” Deyip teşekkür etmişti. Konsolosluk nezdinde getirilmesi düşünülen yeniliklerden ve insanlarımızdan bahsederken birden durakladı ve duvarda aslı duran değerli Türk piyanisti Fazıl Say’ın afişini gösterdi: “Şimdi bizim insanlarımıza sorarsanız kimdir Fazıl say diye, çoğunluğu tanımaz bile” dedi iç çekerek. Bende buna cevaben: “Halkınıza ne verirseniz, onu alırsanız” demiştim.”
Yazar, ayrıca “Yurtseverlik ve Milliyetçilik” bölümünde Türkiye’de yurtseverlik ve milliyetçilik arasındaki farklılıklardan doğan sorunlara değinmektedir ve bölümün başında Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün sözünü de haklı olarak eklemiştir: “Yurtseverlik, ülkesini sevmektir. Milliyetçilik ise diğer ülkelerden nefret etmektir.”
Kitabın “Tarih: Sonsuz bir Başlangıç” adlı son bölümünde yazar, dünyadaki ve Fransa’daki yozlaşmış medyaya vurgu yapmaktadır:
“Fransa örneğini ele alalım… Ülke medyasının çoğunluğu Lagardére, Dassault, Bouygues gibi birkaç milyarderin elinde. Bu şekilde, biraz sansür, sonuçları şaibeli birkaç anket, propaganda, rüşvet vs. Yoluyla, yürütme yani hükümet nezdinde etki ve prestij sahibi olmak hatta yürümeyle iş birliği yapmak gayet kolay. Bu medyalar tarihte kralın karar ve emirlerini medyalarda gümbür gümbür bağırarak halka duyuran çığırtkanların işini yapıyorlar bugün.”
Sonuç olarak Marie Albera’nın sonunda ailesinden ve çocukluğundan güzel fotoğraflar ekleyerek sonlandırdığı 136 sayfalık Avrupa Hayalleri’ni bir otobiyografi edasıyla yazdığını söylememiz yanlış olmaz. Beğeniyle okuduğum köşe yazılarınin derlemesi olan bu kitapta Marie Albera’nın ailesine, İskenderun’a uzanan memleket ve toplum hikayelerine, Fransa günlerine ve dünyaya bakışının yansımasına şahit olmaktayız.
Tür: Anı
Yazar: Marie Albera Meyni
Yayınevi: Mihenk Kitap
Baskı: Mayıs 2021