Büyüyor öfkem. Her an biraz daha. Öfkem engel gözyaşlarıma. Enkaz altında kalmayan bedenim gibi dimdik kalmalıyım şimdi. O yıkılmayan son bina gibi. Büyüyor öfkem. Enkaz altında çığlıkları duyarken, çok geç olmasa belki de çok daha fazla insan kurtarılacaktı diye bağırıyor kulağımda kardeşim. Çok geç. Hep geç… Yutkunamıyorum.
Doğum yerim Samandağ. Okuduğum okullar, koştuğum sokaklar. En sevdiğim park Büyük Antakya Parkı. En sevdiğim tat ‘Haytalı’. Haber alınamıyor en sevdiklerimden. Susmuyor telefonum. Depremde 6. Kattan kaçtım, kızım kucağımda ağlıyor. Susmuyor telefonum. Ulaşamıyorum en sevdiklerime. Kim nerede, kim nasıl? Panikten donuyorum ve sonra ‘savaş’ emri veriyor beynim. Gün doğarken kaçıp sığınıyorum güvenli bir yere ama bir bir alıyorum haberlerini kurtarıl(a)mayanların.
Büyüyor öfkem. Her an biraz daha. Öfkem engel gözyaşlarıma. Telefonda canım ailem dinletiyor bana enkaz altından gelen sesleri. Bağıra bağıra ölüyor insanlar. Kimse yok. Sesleri duyan yok, duysa gelen yok, gelen olsa izin veren yok. Bürokratik bir katliam yaşanıyor, kimsenin haberi yok. Göz yaşı zamanı değil şimdi. 7 Şubat tarih. Tüm zihnim, tüm bedenim, tüm ruhumla kalanlar için savaşırken bir akşam vuruyor beni gerçeklik: önüm, arkam, sağım, solum ölüm, her bir yanım ampüte bedenler, her bir yanım hastalık, her bir yanım enkaz. İki yaşında kızıma sarılırsam kızım kayacak elimden sanki. Öpemiyorum, onu koklarken suçluyum sanki. Geri çekiyorum içime nefesimi.
Öfkem büyüyor. Her an biraz daha. Öfkem engel göz yaşlarıma. Kalanlar için dayan. Mücadeleye devam. Kalanlar için savaş. Biraz daha dayan. El koyuluyor dirençliliğe, dayanışmaya. ‘Abla AFAD çökmüş gönderdiğiniz helikoptere.’ ‘Abla jandarma el koymuş malzemelere’. Biz dayandıkça ‘yok’ etmeye devam. Elini uzatmayanlar, uzanan elleri kesiyor. Deli olmak işten değil.
Öfkem büyüyor. Öfkemin söylediği bir şey var. Ağıt zamanı değil biraz daha dayan. Tarih 9 Şubat. Soğuktan ölüyorlar. Enkaz altından çıkan da ölüyor enkaz altında kalan da. Yerde ağrıyan kaburgalarımın ağrısından utanıyorum. ‘Eve gidelim’ diyen kızıma cevapsız ve anlamsız sözlerim, bakışlarım. Ev neresi? Hangi ev? Her yanım korku. Geceme uğramayan uyku, beni hapseden çaresizlik, karanlık, herkese yetmeye çalışan varlığım. Erzağı bitiyor ailemin. Babam yaralandı. Çıkamıyor oradan. Hastane yok. Yakıt yok. Arabada uyuyor herkes. Uyumak denirse. Yetişiyor yardım. Buna şükür. Peki ya diğerleri? Bitmiyor hüsran.
Öfkem büyüyor. Hiç bu kadar yalnız kaldın mı? Ama aynı zamanda hiç bu kadar kalabalık oldun mu? Her yerden telefonlar yağıyor. Canla başla çalışıyor herkes. Umut veriyor dayanışma. Gurbetten elimi tutanlar, içimi ısıtanlar. Dostlarım, hocalarım, arkadaşlarım… Tek duygum minnettarlık. İyi ki varsınız dökülüyor dudaklarımdan. Daha fazlası yok. Varlığım anlamını kaybederken, direniyorum varlığıyla dostların, yoldaşların.
Öfkem büyüyor. Gidenler… gelmeyecekler. Haber alamadıklarım gitmiş meğer. Kime ağıt yakabilirsin? Yasımızı erteleyeceğiz diyorum yaşadığını öğrendiğim canım arkadaşımla konuşurken. Şimdi yas tutma zamanı değil. Samandağ ve Antakya herkes gibi benim de çocukluğum, gençliğim, araştırma saham, ekmeğim, suyum. Bu kente mücadele sözüm var. Bu kent için ölenlere, bu kent için Suriye savaşında her gün sokakları evi yapan eylemcilere, bu kenti yuvası belleyen göçmenlere, tüm farklılıklara, çatışmalara, politikalara rağmen direnen halklara, hepsine sözüm var, sözümüz var. Nasıl durabilirim şimdi, nasıl yas tutabilirim?
Öfkem büyüyor. Her an, biraz daha. Kuracağız kentimizi yeniden. Geçmişimizi, geleceğimizi kuracağız yeniden. ‘Nasıl?’ diyor bir arkadaşım. ‘Nerede yaşayacağız, ne yapacağız, nasıl kuracağız, yok olduk’ diyor. Çıkmıyor sesim, kelimeler dökülmüyor bir türlü. Ama bir yanım bağırmak istiyor ‘Biz varız, vardık ve hep var olacağız.’ Bitmedi bu kavga. Depremin yıkımı sonrası kentsel darbelerle mücadele başlayacak. Hangi hafızayı yeniden üreteceğimiz, biz ‘yerli’ halkların ve kültürel mirasın belirleyici olduğu bir gelecek inşasını nasıl başaracağımız sorusu gelecek günlerin, ayların ve yılların en güncel sorusu olacak. Harekete geçmek kan dondurucu yıkımın gölgesinde öyle zor ki. Çadırı bulamadığımız şu günlerde sosyal ve kültürel dayanışma ağlarıyla bir kenti yeniden kurmanın ve bunun yollarının konuşulduğu her şey biraz soyut ve biraz da anlamsız gelse de şu an tutunduğumuz bu ‘bir aradalık’ bize yol gösterici olmalı. Yitirilenlerin ardından 20. Gündeyiz ve birlikte mücadelenin, kentin belleğini düşünmenin önemini ifade etmeye başlıyorum. Kaybedecek vakit yok. Bu kente sevdalı, bu kente emek veren, sahip çıkan herkesin bir şekilde çalışmasını gerek. Yapılacak o kadar çok şey var ki…
Öfkem büyüyor ve bu öfkeyi boğacak tek şey mücadeleye devam etmek. Bu öfkenin ve hayatımı, hayatımızı yıkan bu zamanları aşmanın tek yolu yeni Antakya tahayyülü. Bir kenti düşlemek şu an bana/bize iyi gelen tek şey. Bizi biz yapan ama şimdi artık olmayan o kent. O kenti ‘biz’den başkası tanımıyor. O kent başkalarının kulağına fısıldamıyor. Biz duyuyoruz ve biliyoruz. Kimin ne kadar yasını tutarız ve bu ne kadar sürer bilmiyorum. Tek bildiğim öfkemin bana söylediği şey: şimdi yılgınlık zamanı değil. Şimdi gidenler için kalanlarla beraber mücadele zamanı.
Ve bir de öfkeme rağmen akan göz yaşlarıma eşlik eden birkaç fotoğraf ve anılarım. Bu paylaştıklarım da kalanlara sözüm olsun.
Hatay meclis binasından çekilmiş bir fotoğraf. Akademik tüm çalışmalarımın mekanı. 2016-2017 yıllarında her gün baktığım manzara. Fotoğraf: Şule Can
Eski Antakya sokakları. Sevdanın tanımı. Bir kente aşık olmak ne demek? Ben bunu eski Antakya’da anlamıştım. Fotoğraf: Bülent Kaplan
Musa Dağı’nda yaktığımız ateş, kurduğumuz sofra ve elbette yanında kadehler. Islandık. Çok yağmur yedik. Çok yorulduk ama nasıl direndiyse Musa Dağı Ermenileri biz de öyle direndik o gün. Senin yolunu, senin görkemini ve onca insanı nasıl ev olduğunu haftalarca unutmayacağız Musa Dağı. Sözüm söz. Fotoğraf: Şule Can
Musa Dağı’na tırmanırken çekilen o fotoğraf. O yorgunluk şimdikinin yanında bir hiç. Bugün de ölmedik. Belki yarın olmayacağız. Her gün yeni bir felaket bizi yoklarken belirsizlik içinde ışığım mücadele ve dayanışma. Bildiğim tek yolda. Anladığım tek dilde inandığım şey: Kavgamız, sevdamız, hafızamız Antakya. Varız, buradayız. Gidenlere selam olsun. Bırakmayacağız bu kavgayı. Fotoğraf: Şule Can