top of page
Emre Can Dağlıoğlu

‘İşgal bitmeden Filistinlilerin kültürel kimliğine yönelik sadece küçük adımlar atabiliriz’


Lubna Omar, Filistinli-Suriyeli bir zooarkeolog. Binghamton Üniversitesi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Merkezi’nin direktörlerinden Omar’la Filistinlilerin hayatını şekillendiren sürgünü, İsrail’in soykırım saldırısını ve süregiden işgalin kültürel mirasa etkisini konuştuk.


Röportaj: Emre Can Dağlıoğlu


1948’den beri Filistinlilerin kaderi haline gelen sürgün sizin de hayatınızı şekillendirmiş. Oradan başlayalım isterseniz.

Ben Suriye’de doğmuş, Nekbe’nin ve Batı Şeria’nın işgalinin bir ürünü olan Filistinli bir mülteciyim. Babamın ailesi Filistin’den sürgün edilmiş ve 1948’de Suriye’ye yerleşmiş, dirençli annem ise yetişkin hayatının çoğunu Şam’da geçirmiş Batı Şeria kökenli bir Ürdünlü. Babam neredeyse üç yıl önce vefat etti. Bu nedenle annem Suriye’deki ikamet statüsünü kaybetti. Çocukları onu Filistin’de göremediği için ülkeler arasında gidip gelmeye devam ediyor. Doğuştan gelen bir hakkımız yok. Ayrıca Suriye’ye de geri dönemiyoruz. Suriye’deki savaştan önce ülkenin farklı bölgelerinde arkeolojik araştırmalara aktif olarak katılıyordum. Sadece Filistinli kimliğimden dolayı değil, Levant’ın bu bölgesi türümüzün çok önemli anlarına tanıklık ettiği için de her zaman Filistin’de çalışma ve arkeoloji camiasının bir parçası olma hayalini kurdum. Fakat bu hayalimin gerçekleşemeyeceğinin ve sırf sınırın diğer tarafında doğmuş bir Filistinli olduğum için bu hayalimin de elimden alındığının farkındayım.


Öncelikle annenizin Batı Şeria’da nasıl olduğunu sormak istiyorum. İsrail’in soykırım saldırısı orada nasıl yankılanıyor?

Dirençli annem Gazze saldırısından önce memleketi Nablus’u terk etti. Fakat geniş ailem Batı Şeria ve Kudüs’te yaşıyor. Annemden yerleşimci çeteler ve İsrail güçleri tarafından onlara uygulanan günlük terörü dinliyorum. Bugünlerde evlerine hapsedilmiş ve hareketleri kısıtlanmış durumda. İşgal güçleri, Batı Şeria’daki operasyonlarını tırmandırmaya başladı. Seksenden fazla Filistinli yerleşimciler ve İsrail ordusu tarafından öldürüldü, yüzlercesi tutuklandı ve şehirler kuşatma altına alındı. Yerleşimciler Filistinlilere ve mülklerine yönelik saldırılarını arttırdı. Filistinliler olarak şu anki durumumuzu ifade etmek çok zor. Halkımın etnik temizliğini canlı yayında ve sosyal medyada izliyoruz. Öfkenin ötesindeyiz, paramparçayız ve umutsuzluğun ötesindeyiz. Batı Şeria’daki akrabalarımı ne zaman arasam, konuşmayı şöyle bitiriyorlar: "Bize yardım edecek bir tek Tanrı var." 70 yıllık işgal ve insanlık dışı muameleden sonra, bu mücadelede yalnız olduğumuzu anlıyorlar. Dahası, Batı Şeria’daki Filistinliler Gazze’yle dayanışma içinde. Birçoğu, masum çocuklarımızın öldürülmesine son verilmesini talep ettikleri için işgal güçleri karşısında can verdi.


Bu yıl Türkiye’de, özellikle de Antakya’da meydana gelen depremlerin ardından, tartışmaların ağırlıklı odağını somut kültürel miras oluşturdu. Hayatta kalanların refahından ziyade yıkılan binalara daha fazla vurgu yapıldı. Daha önce Suriye’deki savaşta da benzer bir söylem vardı. Şimdi de Filistin için aynısını duymaya başladık. Kültürel mirasın ne anlama geldiğini nasıl anlamalıyız?

Somut ve somut olmayan kültürel miras insanlığımızın bir ürünü. Teorik olarak hepimize aittir ve gelecek nesiller için koruma sorumluluğunu paylaşmalıyız. Ancak, Antakya’da olduğu gibi Suriye’de de savaş sürerken, Batı medyası ve çeşitli girişimler birkaç yıl boyunca Suriyelilerin acılarını hafifletmek için haber yapmak veya yaratıcı planlar üretmek yerine Suriye’deki kültürel miras alanlarının yok edilmesine odaklandı. Kültürel mirasın öneminin arkasındayım ve küresel tarihimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi temsil ettiğini vurguluyorum. Bununla birlikte, kültürel miras yaratıcıları olmadan tek başına ayakta duramaz ve bu insanlar kültürel miras alanlarına verilen zararın nasıl azaltılacağı konusundaki tartışmalardan dışlanmamalılar.



Lubna Omar


Yerleşimlerin inşası, bariyerler, duvarlar, zorla sürgünler, işkenceler, askeri operasyonlar ve apartheid rejimi de dahil olmak üzere 75 yıldır genişleyerek devam eden işgal, Filistinlilerin yerli kültürel mirasını nasıl etkiliyor?

İsrail’in bir devlet olarak kuruluşundan bu yana, kimliğimizi ve toprakla olan bağımızı nihai olarak silmek için Filistin kültürel mirasına karşı şiddetli ve sürekli bir savaş yürütülüyor. Filistinlilerin somut ve somut olmayan kültürel mirasını hedef alan girişimleri özetlemek neredeyse imkansız. Benim bakış açıma göre, Filistinliler topraklarını ve aynı zamanda kimliklerinden ayıramayacağınız tarihlerini korumak için çabalıyorlar. Gazze’deki Saint Porphyrius Ortodoks Kilisesi’ne yapılan son saldırı, işgal saldırılarının kültürel miras ve Filistinlilerin varoluşları üzerindeki etkisini ortaya koyuyor. İsrail saldırısı 1150’lerde inşa edilen Gazze’deki en eski aktif kiliseye zarar vermekle kalmadı, saldırılardan kaçarak kiliseye sığınan 16-18 Filistinliyi öldürdü.


İsrail işgali Filistin halkının tarihine başka nasıl zararlar veriyor?

Daha önce de belirttiğim gibi, pek çok örnek var. Dini mekanlarla ilişkili kültürel miras alanlarının tahrif edilmesi, İsrail’in Kudüs’te Mescid-i Aksa ve diğer İslami yapıların yakınında yaptığı tartışmalı kazılar, eski Hıristiyan mekanlarından kalıntıların ve eserlerin çıkarılması ve Beytüllahim’deki Cebel El Füreydis’in girişinin kapatılması gibi sadece Filistinlileri değil tüm Orta Doğu bölgesindeki Müslümanları ve Hıristiyanları etkileyen olaylardı. İsrail ordusu bünyesinde işgal altındaki Batı Şeria’da faaliyet gösteren bir Arkeoloji Birimi’nin bulunması ve bu birimin Filistin topraklarında yapılan arkeolojik çalışmalardan elde edilen eserleri nerede sakladığını ya da ne tür veriler topladığını açıklamasının yasalarla engellenmesi, bu eylemlerin etnik ve dini geçmişleri ne olursa olsun bu toprakların ve insanlarının tarihi hakkında edinebileceğimiz bilgileri nasıl etkilediğine dair çok şey anlatıyor. Bir şekilde, yerli Filistinlilerin Filistin topraklarıyla olan bağlantılarını içermeyeceğini hissediyorum.


İsrail’in bu eylemleri ışığında Filistin kültürel mirasının kaybının ele alınmasında uluslararası kuruluşların rolünü nasıl görüyorsunuz?

Filistin devleti, UNESCO Dünya Mirası Sözleşmesi’ne 2011 yılında taraf oldu. Filistin’de Dünya Mirası listesine eklenen dört miras alanı bulunmaktadır; Beytüllahim’de İsa’nın Doğum Yeri olan Doğuş Kilisesi ve onunla ilişkili Hac Yolu, El Halil’in eski kenti, Güney Kudüs’ün kültürel peyzajı olarak Battir’in Zeytin ve Üzüm Diyarı ve son olarak antik Eriha’daki Tell es-Sultan. UNESCO’nun son kararı, özellikle de Tell es-Sultan’ın dünya mirası olarak belirlenmesi İsrail hükümetini öfkelendirdi. İsrail Dışişleri Bakanı, Eriha’nın tarih öncesi sit alanı olarak sınıflandırılmasının Yahudi kimliğini sildiğini belirtti. Ayrıca Filistinlileri UNESCO’yu siyasallaştırmakla suçladı. Filistin Kültürel Mirası’nı korumaktan hala çok uzağız. İşgali sona erdirmeden Filistinlilerin kültürel kimliğinin korunmasına yönelik sadece küçük adımlar atabiliriz.


Önemli olan işgalin son erdirilmesi.

Şu anda tek isteğim Gazze ve Batı Şeria’da kültürel miras üreticilerinin ve ürettiklerinin öldürülmesine son verilmesi. Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve özgürlüklerine giden onurlu bir yolun eksikliğini ele almadan kültürel mirasa odaklanmak mantığa aykırı. Anıtların ve zengin uzun tarihin ortaya koyduğu toplumların kanının dökülmesini doğrudan ve dolaylı olarak desteklerken kültürel mirası korumak için politikalar ve stratejiler oluşturmak, bize kültürel mirasıyla bağlantı kuracak bir gelecek nesil olmadan geçmişin kalıntılar bırakacak.

Bu platformun kendine ait resmi bir görüşü yoktur. Bu oluşum içerisinde yer alan tüm yazılar yazarların şahsi görüşüdür.  Okuduğunuz bu yazının yayın hakları nehna.org’a aittir, ilkelerimiz gereğince sitemizdeki yazıların paylaşılmasında bir sakınca görmüyoruz. Ancak paylaşım yapılırken evrensel basın ilkelerine riayet edilmesi, yazının ilk olarak nehna.org sitesinde yayınlandığına ilişkin ibare bulunması ve yazarın isminin anılması hususlarına dikkat edilmesini önemsiyoruz.

bottom of page