Foto: Circi Şakır’in Arjantin’deki kimlik kartı
Azınlık olmak hep bir yerlerden bir yere göçmektir. Osmanlı devrindeki Hıristiyanların yazılı tarihine baktığımız zaman vatanından kopup başka bir yerlere sürüklenmenin örneklerini sık sık görürüz. Bu durum Antakya ve civarında yaşayan Hıristiyanlar için de 150 yıldır değişmeyen bir kaide gibi duruyor. Bu bağlamda özellikle Güney Amerika’ya göç konusu çok dikkat çekici. 1880 ve 1914 arasında yaklaşık yarım milyon Arap Hıristiyan, Osmanlı vilayetlerini terk edip daha iyi bir yaşam arzusuyla Güney Amerika’nın çeşitli ülkelerine göç ettiler. Bu rakama biraz daha ayrıntılı baktığımızda sadece Halep Vilayeti’nden 100 binin üzerinde insanın bu göçün bir parçası olduğunu görüyoruz. Bu büyük göçün sebepleri çok çeşitli olsa da, Hatay’ın iltihakı sonrası 1939’da gerçekleşen göçle ya da 20. yüzyılda Avrupa’ya işçi olarak gitmeyle birçok ortak noktaya sahip.
Osmanlı artık son demlerini yaşıyorken, Halep Vilayeti’ndeki nüfus artışı ve bunun getirdiği ekonomik sıkıntılar, egemen olmayan topluluklar arasındaki siyasi ve dini çekişmeler, zorunlu askerlik gibi sebeplerle Müslüman olmayanlar anayurtlarından kopar giderler. Büyük kısmı Arap Hıristiyan olan bu insanların arasında az da olsa Ermeniler, Yahudiler ve hatta Müslüman Türkler de vardır. Bu insanlar Osmanlı tebaasından ve Arap vilayetlerinden geldikleri için gittikleri vardıkları ülkenin limanlarında “Türk” olarak kaydedilirler. Bu bakımdan yurduna geri dönmeyip göç ettikleri ülkelere yerleşen bu topluluğun çocuklarına ve torunlarına bugün hala “El Turco” denir.
Circi Şakır, 1930'lar
İşte artık değil adları, varlıkları bile tamamen unutulan bu 100 bin göçmenden bir tanesi de baba tarafından dedem Circi Şakır. Benden neredeyse bir asır önce doğan babamın babası Circi’nin Antakya Rum Ortodoks Kilisesi’nde bulunan ve 1880’lerden beri Antakya’da doğan her Arap Ortodoks’un kayıtlı olduğu kara kaplı büyük vaftiz defterinin ikinci sayfasında adı Circi Abdülmesih Şekri olarak yazılmış. Doğum tarihi ise 5 Teşrinievvel (Ekim) 1889, vaftiz tarihi de 6 Ocak 1890 olarak girilmiş. Ancak bu doğum tarihinin ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz, zira babam babasının 1885 yılında doğduğunu söylerdi, Türkiye kayıtlarına göre ise 1883’te doğmuş. Arjantin’de ona verilen kimlik kartında ise doğum tarihi olarak 1888 yazılmış. Doğum tarihi ne olursa olsun, Circi Şakır 1900’lerin başlarında on beş ya da yirmi yaş arasında bir gençken Arjantin’e göç etmiş. Yaklaşık 20 yıl orada kaldıktan sonra 1920’lerin ortalarına doğru Antakya’ya geri dönmüş. Babam ve halalarım, yumuşak huylu bir adam olan dedemin çocukluklarında onlara İspanyolca şarkılar söylediğini anlatırlardı. Arjantin’de buğday tarlalarında hasat işçisi olarak çalışan dedem, Antakya’ya döndüğünde ölene kadar kunduracılık yapmış. 1947’de Antakya’da çıkan bir yangından üç çocuğu kurtardıktan sonra dumandan zehirlenerek sokakta son nefesini vermiş.
Vatanını bırakıp başka bir ülkeye göç eden hemen hemen her işçi gibi dedem de Antakya’ya cebinde biraz parayla dönmüş. Artık varlıklı denilebilecek ve meslek sahibi bir zanaatkar olduğu için de zamanının en köklü ailelerinden biri olan Seydilerin kızı Meryane ile evlenmiş. Ellerinde 18 yüzyıldan beri mucizeler yarattığına inanılan bir Meryem Ana ikonası olan Seydilerin, bugün hala Halep ve Antakya’nın en seçkin ailelerinden biri oldukları söylenir. 1700’lere kadar tamamen farklı bir isimle anılırken, kutsal addedilen ikona sebebiyle Seydi yani mukaddes adını taşımaya başlayan bu ailenin bazı fertleri de yine Güney Amerika’ya göçmüştür.
Meryane Seydi ve Circi Şakır düğün fotoğrafı 1920'ler
1920’lerin ortalarında evlenen dedem ve nenem balayına Mısır’a gitmişler. Dedemin yıllar önce oraya gelin gitmiş bir kız kardeşi vardır. Ancak asıl rotaları Arjantin’dir. Dedem yirmi yıl yaşadığı, dilini öğrendiği bu ülkeyi çok sevmiş olacak ki, yeni ailesini orada kurmak istemiş. Fakat işler istediği gibi gitmez. Kız kardeşi yengesine yani neneme “Sen orada ne yapacaksın? Antakya’ya dönün” diyerek bu kararlarından caydırmış ve neticede yeni evli çift gerisin geri Antakya’ya dönmüş.
İnsanlar öldükten yüzyıllar sonra bile onlardan kalan kâğıt parçalarına bazen bir şey olmaz. Bu yazıda sizinle dedemin evrak-ı metrukesini paylaşmak istiyorum. Dedeme Arjantin’de cedula de identidad yani bir kimlik kartı verilir. Bu kart vatandaşlık göstergesi mi, yoksa sadece göçmenlere özel bir belge mi bilmiyorum. Ancak koleksiyonerlerdeki benzer örneklere bakarak, bunun günümüzdeki Yeşil Kart (Green Card) benzeri bir oturum iznine tekabül ettiğini iddia edebiliriz. Bu kimlik kartında dedemin Circi Şakır olan adı tamamen İspanyolcalaştırılarak “Jorge Chacra” olarak yazılmış. Fakat soyadı hususunda birkaç karışıklık var. Rahmetli babam ve dedem Kimriy yani Kumru lakabıyla da anılırlarmış. Hatta babamın vaftiz kaydında hem kendisinin, hem dedemin, hem de amcasının oğlu olan vaftiz babasının soyadları Kimriy olarak girilmiş. Dedemin kardeşinin çocukları apayrı bir soyada sahipler ve hiçbir zaman Şakır olmadıklarını tahmin ediyorum. Dolayısıyla dedem, İspanyolca “büyük çiftlik” anlamına gelen Chacra kelimesine kendine sonradan soyadı olarak almış muhtemelen. Vaftiz kaydı her ne kadar Şekri diyor olsa da bu kayıt vaftiz defterini 1950’lerde temize geçiren papazın da bir düzeltmesi de olabilir. Belki de 1934’te soyadı kanunu çıkınca Kimriy kelimesinin azınlıkları anımsattığını düşünüp kendine kulağa Türkçe gelen bu kelimeyi soyadı olarak seçti. İleriki bir tarihte de -gil takısı bir şekilde bu kelimeye eklenmiş.
Circi Şakır'ın kimlik kartının kapak ve kimlik bilgileri bölümü
Dedemin kimlik kartına baktığımızda profilden çekilmiş bir fotoğrafını, parmak izini ve kendisine dair bilgileri görüyoruz. 1922’de verilen ve her kelimesi İspanyolca olan bu kartta dedemin mesleği zapatero yani kunduracı olarak yazılmış. Antakya doğumlu olmasına rağmen doğum yeri olarak Halep gösterilmiş, muhtemelen geldiği vilayeti doğum yeri olarak yazmışlar. Parmak izinin yanı sıra saç rengi, boyu ve doğum tarihi gibi bilgiler de kartta mevcut.
Soyadını taşıdığım ve babamın babası bu dedemin yanı sıra ailemde iki farklı soydan gelen kişiler yine Arjantin ve Brezilya gibi Güney Amerika ülkelerine dedemden tamamen bağımsız olarak benzer tarihlerde göçmüşler. Bunlardan biri de anne tarafımdan dedemin soyadını taşıyan ve büyük ihtimalle bu dedemle amca çocuğu olan bir genç. Biraz da ondan bahsedelim. 2000’li yılların sonuna Antakya Ortodoks Kilisesi’ne Arjantin’den bir mektup gelir. Bu mektup mucizevi bir şekilde kiliseye teslim edilmiştir. Çünkü alıcı bölümünde sadece İspanyolca “Antakya Rum Ortodoks Katedrali, Hatay İli, Türkiye” yazılmıştır. İki sayfa İspanyolca olan mektupta Americo Rafael Menaier adlı yetmiş küsur yaşındaki bir adam Arjantin’den 1914’te Antakya’ya göçen babası Hanna Müneyyir’le ilgili bilgi istemektedir. Mektupta babasının Antakya’da hangi tarihte vaftiz olduğunu gösteren bir belgeyi de iliştirmiştir. Her kelimesi İspanyolca olan mektupta Mounayer kelimesinin annemin kızlık soyadı Müneyyir olduğunu anlayan papazlar mektubu bize teslim ederler. Benim soyadım Şakır İspanyolca nasıl Chacra olmuşsa, annem tarafımdan dedemin kuzeninin soyadı da Menaier olmuştur. Artık ihtiyar bir adam olan Rafael babasının ailesi hakkında bilgi ister. Modern çağın müthiş bir icadı olan Facebook sayesinde Rafael’in yeğenlerini buldum. Yazışmamız sonucunda oldukça kalabalık bir aile olduklarını öğrendim. Hanna Menaier’in altı oğlu olmuş, dolayısıyla Arjantin’deki Müneyyirler çok kalabalıklar. Rafael’in atalarının izini bulmak için vaftiz defterine baktık. O yıllarda on beşten fazla erkek Müneyyir doğmuş. Bu Müneyyirlerden Antakya’da kalan yok. Halep’tekiler de hep çocuksuz ya da erkek çocuksuz ölmüşler. Rahmetli dayımın ölmesiyle sadece onun iki oğlu ve iki torunu dört Müneyyir kalmış ki, onlar da Avrupa’dalar. Arjantin’dekiler ise onlarca. Kaderin bir cilvesi olarak, eski Halep Vilayeti’nin şehirlerinde hiçbir Müneyyir kalmamışken, Güney Amerika’da onlarcası var. Kim bilir, belki de Hanna Müneyyir ve Circi Şakır soylarından gelen birinin onların izini arayacağını bilmeden sırt sırta çalışmış birbirleriyle Arapça muhabbet edip Antakya’yı yad etmişlerdir.
Rafael Menaier'in mektubu
Öyle görünüyor ki, ailemdeki Güney Amerika izleri son bulmuyor. Amerika’da genetik testler pek bir rağbet görüyor. Eve gönderilen bir kitle laboratuvara yollanan tükürük örneği kişinin nereden geldiğine dair ilginç bilgiler verebiliyor. Bunun yanı sıra dünyada bu testi yaptıran başka kişilerle olan genetik akrabalıkları derecelerine kadar söyleyebiliyor. Mesela testi yaptıran öz abimle yüzde 51’lik bir genetik ortaklığa sahip olduğumuzu öğrendik. Ancak işin daha ilginç yanı hiç adını sanını duymadığımız ikinci, üçüncü ve hatta daha gerideki nesillerden kuzenlerimizi bulabilmek. İnsanlar çoğu zaman nene ve dedelerinden ötesini bilmedikleri için bu tarz akrabalıklar oldukça garip gelebiliyor. Ben de bu şekilde benim gibi atalarını bilen bir üçüncü göbekten kuzenimle iletişim kurmayı başardım. Nenem Meryane Seydi’nin amcasının kızı Natalya Seydi, Hanna Müneyyir ve Circi Şakır gibi aynı tarihlerde güney Amerika’ya göç etmiş. Büyük bir ihtimalle anne-babasıyla göç eden bu kızın torunuyla yaptığım görüşmede babaannelerimizin amca çocuğu olduğunu keşfettim. Böylece Arjantinli akrabalarıma bir de Brezilya’yı eklemiş oldum.
Göç konusu çok çetrefilli. Antakya, Halep ve civarında birçok aileden “Evet, dedemin abisi zamanında Arjantin’e gitmiş, bir daha da dönmemiş” gibi cümleleri duyabilirsiniz. Ancak, araya yüzden fazla sene, farklı devletler, okyanuslar girince o kişilerle bağ kayboluyor. Ben bildiğim diller arasında kendimi en iyi Türkçeyle ifade edebiliyorum, sınırın öte yanındaki Halepli akrabalarımın dili Arapça. Eğer dedem Arjantin’e dönseydi, belki ben de bugün üçüncü göbekten kuzenlerim gibi İspanyolca anadilli biri olacaktım. Dil ve kimlik bazen bir atamızın verdiği basit bir kararla çok farklı biçimler alabiliyor. Circi Şakır’ın babası Antakya Rum Ortodoks Kilisesi’nin bahçe inşaatında çalışmış bir taş ustasıydı, Antakya’nın yerlisi bir Arap Hıristiyan’dı ve büyük bir ihtimalle sadece Arapça biliyordu. Circi ise zorunluluktan göç ederek kendine ve belki de kendi soyundan gelenlere çokdilliliği ve çok kültürlülüğü öğretmiş oldu. Circi’nin torunları bugün dünyanın çeşitli memleketlerinde kendi çocuklarıyla başka dillerde konuşuyorlar. Dil, kültür ve kimlik akıcı bir biçimde devam ediyor, hem Circi’nin neslinden gelenler için hem de yer değiştirmiş bütün Arap Hıristiyanlar için.