"Antakya’nın görünmeyenleri", Şubat depremlerinden beri tartışmalarda bir şekilde gündeme getirilen çeşitlilik meselesinin dışında bırakılanların, görmezden gelinenlerin ve yok sayılanların deprem ve sonrasındaki süreçte neler yaşadıklarına odaklanan bir yazı dizisi olarak başlıyor. Bu kapsamda, ilk olarak Antakya ve çevresinde yaşayan Domlar ve Abdalların durumuna dair kendisi de Antakyalı bir Dom olan Mehmet Kuyumcu’yla konuştuk. Sıfır Ayrımcılık Derneği’nden Kuyumcu, Antakya’daki Romanların dününü ve bugünü anlattı.
Röportaj: Emre Can Dağlıoğlu
Antakya’da Domlar ve Abdallar deyince ne kadarlık bir nüfustan bahsediyorduk depremden önce?
Dom grupları, MS 5. yüzyılda Hindistan’da kast sistemine dayalı baskılar sonucunda göç etmek zorunda kalıyor. Burada kast sistemi içerisinde bile yer almıyorlar, "dalit" olarak adlandırılıyorlar. Dalit, yani lanetli kişi. Dom grupları göç etmek zorunda kalır, dört etnik gruba ayrılır. Bir kısmı Hindistan’da kalır. Şu an 800 bine yakın Dom var orada. Orta Doğu üzerinden, bugünkü İran, Irak, Suriye toprakları üzerinden Anadolu’ya geçenler olur. Orta Doğu’da kalanlar da oldu. Anadolu’dan da Avrupa’nın belirli kısımlarına göç ederler. Türkiye’de Doğu Akdeniz’in bir kısmı ve Mezopotamya coğrafyasına yayılmış durumdalar Dom grupları. Hatay’da yaklaşık olarak 72 bin Dom var. Bu sayı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’yla yaptığımız bir araştırma neticesinde aldığımız bir veri.
Sadece Domlardan bahsediyoruz şu anda. Peki, Abdallar, Lomlar, Romlar var mı Hatay’da?
Şu an kullanılmayan tabirle, Çingene gruplarının bir alt kolu Domlar. Çingene tabiri kullanılmıyor, tek bir çatı altında Roman diye toplanıldı. Romanlar da 4 etnik gruba ayrılıyor. Bunların içerisinde Domlar, Lomlar, Romlar, Abdallar var. Biz Dom gruplarıyız. Lom grupları, Batı Karadeniz ve Kafkasya taraflarına göç edip yerleştiler. Rom grupları, Trakya, Marmara’nın bir kısmı ve Ege taraflarına doğru yerleştiler. Herkes kendine ergonomik bir alan belirledi. O bölgelerde yaşam alanları oluşturmaya başladılar.
Dom grupları 72 bin dedin, peki Abdallar ne kadar Hatay’da?
Onlar da Kırıkhan ve İskenderun’da yerleşik hayata geçmişler. Onlar da 45 binin üzerinde. Yani, yaklaşık 100 binin üzerinde Roman Hatay’da yaşıyordu.
Domlar sadece Antakya’da mı yaşıyorlardı?
Aslına bakılırsa Domlar da kendi aralarında üçe bölünüyor. Abdallara da biz Dom deriz. Farklı bir aidiyeti Dom grupları içerisinde. Dom grupları içerisinde 12 farklı aidiyet vardı. Mesela, bunlar içerisinde İsali var, Hadded vardır, Abet vardır, Denegre vardır, Kaliuşak vardır, Karaçi vardır, yine Abdal vardır, Teber vardır. Bunlar sadece birkaç örneği. Bunların hepsi Dom grupları içerisinde yer alır. İskenderun ve Kırıkhan dışında sadece Antakya’da yaşarlardı.
Deprem Sonrasında Dom Mahallesi
Antakya’da hangi mahallelerde?
Antakya’da yoğunluklu olarak Cumhuriyet, Emek, Altınçay, Aksaray ve Saraykent mahallelerinde genelde yerleşik hayata geçiyor Dom grupları.
Domlar gündelik hayatta hangi dili kullanıyorlar?
8 yaşındaki bir Dom çocuğu üç dil konuşuyorlar. Kendi anadilimiz Domari, sokakta duyduğu Arapça ve okulda öğrendiği Türkçe. Domari zaten yazılı bir dil değil, aileden öğrenilir. Doğduğumuzda ilk başta onu öğreniriz. Arapçayı sokakta oynarken öğreniriz, Türkçeyi ise okulda.
Peki, sosyo-ekonomik olarak daha çok alt sınıflardan mı bahsediyoruz?
Türkiye'de kalan gruplar çoğunlukla öyle. Konar-göçer bir yaşama alışık olduklarından Dom topluluklarının geçim için yaptıkları da bu yönde gelişiyor. Mesela, dişçilik, kuyumculuk, gümüşçülük, kalaycılık, sepet örücülüğü, falcılık, sünnetçilik gibi işlerden para kazanıyorlar. Tabii, bu mesleklerin çoğu, makineleşme ve modernizasyon sonucunda bittiğinden şu an daha çok günümüz şartlarına uygun işlerde çalışıyorlar. İşte hurdacılık veya kadınlar için gündelik ev temizlik işleri ve erkekler için yevmiyelik işler. Mesela, benim babam şu ana kadar dişçilik yapar. Ben dişlerimi hep babama yaptırırım.
Eğitimin sağladığı sosyal mobilizasyondan bahsedebilir miyiz?
Bundan 15-20 yıl öncesine bakarsak Dom grupları için eğitim baya düşük düzeydeydi, çok ciddi istisnalar haricinde. Ama dernekleşme süreci sonrasında eğitime verilen önem de arttı. Yerelde yapılan projelerle çocuklara sosyal aktivite alanları sağlanması, özgüven ve benlik kazanımını sağladı. Dolayısıyla, sivil toplum bu bağlamda çok önemli bir unsur haline geldi.
Bu anlamda örgütlenme ne zaman başladı?
Sivil toplum maceramız 2009 yılında başladı Antakya’da. Hatay Dom Kabilesi Kültürünü Araştırma, Geliştirme, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olarak başladı. Rahmetli Mustafa Karabulut, benim dedem olur, öncülüğünde başladı ve daha sonra da bu örgütlenme yerelde şu an için dokuz dernek ve bir federasyona ulaştı. O attığımız ilk adım şu an daha büyük adımlar getirdi. Çatı örgütümüz olan Hatay Dom Federasyonu, Antakya’da Esentepe Mahallesi’nde faaliyet gösteriyordu. Ama depremden dolayı dernek binamız yıkıldı.
Örgütlenme bağlamında da soruyorum. Antakya mevzubahis olduğunda çok kültürlülük üzerinden biraz da romantik övgüler duyuyoruz. Domlar için Antakya nasıl bir yer?
Antakya bizler için çok önemli bir yer. Dom grupları, 1970’lerin başına kadar konargöçer bir hayat yaşamışlardı. Bu serüven içerisinde tüm Türkiye’yi 3-4 defa dolaşmışlardır. Ama dönüp dolaşıp Antakya’ya gelmişler. Nedeni ise hem Suriye’de bulunan akrabalar hem de Antakya’daki yerel toplumla ilişkileri. Bizim büyük dedelerimizin anlattığı hikayelere göre, biz başka şehirlerde yapamayız. Benim dedem de böyle derdi. "Neden?" derdim. "Biz Dom’uz, bize öteki görürler. Biz ayrımcılığa uğrarız. Bize önyargıyla bakarlar ama Antakya’da bunlar olmaz" derdi. "Antakya’da da bize kim ayrımcılık yapmaz? Aleviler, Hıristiyanlar, bir de Ermeniler" derdi. O yüzden Antakya bizim için çok önemlidir. Antakya’nın çeşitliliği içerisinde aslında daha güvenli bir alan bulabiliyoruz.
Depreme gelelim istersen. Dom mahalleleri bu depremi nasıl yaşadı?
Domların yaşadığı mahalleler çarpık kentleşmenin ürünü aslında. Bu yüzden depremde Antakya’nın Altınçay Mahallesi’nde 173 kişi kaybettik. Romanların bulunduğu bölgeler şehrin biraz dış konumunda ve genellikle gecekondulardan oluşuyor. Dolayısıyla, tapusuz evler. Yaşadıkları depremin etkisini henüz atlatamadan Dom grupları, hak ihlallerine ve sosyal dışlanmaya maruz kaldılar. Yeteri kadar yardıma ulaşamadılar. Bu yüzden de kendi imkanlarıyla göç etmek zorunda bırakıldılar. Bu insanlar "Bugün buldum, bugün yedim, yarına Allah kerim" hesabındalar çünkü. Yoksulluk var, derin yoksulluk var. Derin yoksulluk içinde Domlar. Her ne kadar depremde kaybın da olsa yaşamak için çalışman gerekiyor. Çünkü bir birikim yok. Mülkiyet yok, sığınacak liman yok ve Dom olduğu için sürekli önyargıya ve ayrımcılığa maruz kalabilir. Mecbur, kendi imkanları dahilinde İç Anadolu’ya, Karadeniz’e mevsimlik tarım işçisi olarak günlük 200 lira kazanmak göç etmek zorunda kaldılar. Henüz yaşadıkları depremi bile atlatamamışlardı halbuki.
Domların önemli bir kısmı halen derme çatma çadırlarda yaşıyorlar
Domların ne kadarı göç etmek zorunda kaldı?
Yaklaşık olarak 30-35 bin insan bahsediyorum. Neredeyse nüfusun yarısı Antakya’yı terk etmek zorunda kaldı. Ama geri dönecekler. Ben inanıyorum. Onlar Antakya’dan ayrılmaz, Antakya onlar için vazgeçilmez bir şehir.
Antakya’da herkes arama-kurtarma ve yardımlara ulaşma konusunda büyük sorun yaşadı ama Domlar bu süreci nasıl geçirdi?
Ben depremin ilk günden bu yana sahadayım. Sıfır Ayrımcılık Derneği’nde saha koordinatörüyüm. İnsani yardım ve kolaylaştırıcılık faaliyetlerimiz var. Kendi gözlemlerimi aktarayım. Depremin ilk 3-4 günü kimse yoktu zaten. 4 günü geçtim, "geldik" dediler ya, kimse gelmedi. Ancak 11 gün sonra sıcak yemek indirebildim mahalleye. Kendi imkanlarımla buldum. İzmir’den Karşıyaka Belediyesi geldi de sahaya, sıcak yemek götürebildik. Emek Mahallesi’nde çadır yoktu, battaniye yoktu, soba yoktu. Kapalı bir alan yoktu. Yağmurun altında sadece ben sürekli ıslanarak çalıştım. Sığınacak bir yer buluyordum, geçiyordum içeriye. Kıyafetlerimi kurutuyordum. Küçük bir ateş yakıyordum, sonra tekrar yardım aramaya çıkıyordum. Çünkü sahada çalışmam gerekiyordu, insanların bizlere ihtiyacı vardı. Aradan iki ay geçti, Emek Mahallesi halen ceset kokuyordu. Cesetler çıkarılmadı, insanlar kendi imkanları dahilinde cesetlerini arıyordu. Biz bunları yaşadık, inkar edemeyiz. Kötü bir durum, çok kötü bir durum.
Bu mahallelere alt sınıf mahalleler olduğu için Dom olduğunuz için mi yardım az ulaştı sence?
Her ikisinden kaynaklı yaşadık bunları. Hayatın her alanında ayrımcılığa uğradık. Ötekileştirildik. Önyargıyla bakıldı bize. Sadece depremde değil, pandemi de de aynı sorunları yaşadık. Her zaman hastaneye bile gittiğinde üzerindeki kıyafetimizden, tenimizin renginden dolayı ayrımcılığa maruz bırakıldık.
Bu ayrımcılık Domların yardıma ulaşmaya çalışmasını engelledi mi?
Kesinlikle engelledi, bu önyargı şöyle bir şey: İlk 4 gün yardım gelmeyince insanlar yaşamaya devam etmek için marketleri yağmalamaya başladı. Hemen "Romanlar yağmalıyor" diye söylenti çıktı. Yardım gelmemiş. İnsanların evi yıkılmış. Bir şeyler tüketmesi gerekiyor. Bu insanların hayatta kalması gerekiyor. O yüzden herkes marketlerden bir şeyler almaya çalıştı, herkes. İlk gösterilen hedef biz olduk. Neden hemen Romanlar hedefe kondu? Depremin 38. günü Kırıkhan’dayım. Abdal gruplar halen kendi imkanlarıyla yaptıkları derme çatma çadırda kalıyorlardı. Naylondan yapılmış çadırlar. İnsanlar 40 gündür yıkanmamışlar. Ne bit ilacı vardı ne başka bir şey. Kızılay'dan ben iki yüz tane gıda paketi alamadım. Vermediler bana. Neden? Domum diye. Görüyorum deponun içerisi battaniye ve çadır dolu. Bizim buna ihtiyacımız var ama vermediler. 200 gıda paketine ihtiyacım varken, dokuz gün uğraşıp ancak 13 tane alabildim. Bize kısıtlı imkanlarıyla sivil toplum örgütleri, İBB ve TİP sahip çıktı. Bunlar olabiliyorken devlet neden yapamıyor? Bunun tek bir sebebi var. Sen etnik kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğruyorsun ve bundan dolayı sana bazı yardımlar da ulaşmıyor. Bu tür krizlerde bu şekilde ayrımcılığa uğramasak keşke ama ne yazık ki, hayatın her alanında ötekileştiriliyoruz ve ayrımcılığa maruz bırakılıyoruz.
Dom ve Abdal gruplarının orada kurulan çadır ve konteyner kentlere ne kadarı yerleşti?
Çadırkente geçeni bile polis zoruyla çıkardılar. Bir Abdal bir yerde bir telefon buluyor. Gidiyor, polise teslim ediyor. Polise teslim ettiği halde telefonun sahibi geliyor, diyor ki "bu benden çaldı". Bundan dolayı dört aileyi yaka paça dışarı atıyor çadırkentten. Şu ana kadar Kırıkhan’daki Abdalların yarısı göç etti, yarısı daha derme çatma çadırlarda kalıyorlar. Yani kendi imkanları dahilinde hayatta kalma mücadelesi. Antakya’dakiler de yarısı konteyner kentlere geçmeye başladılar, bir kısmı göç etti, bir kısmı da çadırlarda yaşıyor. Bu da sivil toplum kurumlarının baskıları sonucunda oldu. Bir de şöyle bir şey var. Herkes kendi toplumu içinde yaşamak ister. Bu, Roman grupları için de geçerli bir şey. Ayrılmak istemiyorlar. Ama çaresizlik çok kötü bir durum. Yani artık mecbur. Yeni bir yaşam alanı belirlemesi gerekiyor ve hayatta kalması gerekiyor, çalışması gerekiyor. O yüzden, verildiği takdirde konteynera da çadıra da razı olmak zorunda kalıyorlar.
Romanlara yönelik bir şiddet olayı yaşandı mı bu süreçte?
Dom bir aile Mersin’e göç etti. Orada devletin sunmuş olduğu geçici barınma merkezinde yer tahsis ediliyor. İki gün sonra, yemek sırasında sırf dış görünüşünden dolayı o insan farklı muameleye maruz kalıyor. Sessiz kalıyor, garibim, bir şey demiyor. Aradan 3-4 gün daha geçiyor. Geçici barınma merkezinde görevli müdür geliyor. Bu arkadaşa kendisinin burada kalamayacağını, çünkü diğer insanların rahatsız olduğunu söylüyor. Geçici barınma merkezinden çıkışını veriyor. Çıkışı verilince kendisine kendi bulunduğu ilçede çadır tahsis edileceğini söyleniyor ve o şekilde o insan oradan o gerekçeyle çıkmak zorunda kalıyorlar. Her ne olursa olsun, o da bir mağdur. Dış görünüşünden dolayı diğer insanlar rahatsız oluyor diye o insanı oradan atmak, ne kadar doğru?
Domların yaşadıkları evlerin tapusuz olduğundan bahsettin. Mülkiyetsizliğin yarattığı sorunlar neler?
Antakya’daki nüfusun yüzde 60’ı 1970’lerin başında yerleşik hayata geçince bu arazilerde kendilerine derme çatma ev yapıyorlar. Daha sonraki dönemlerde, onlara "burada kalabilirsiniz" deniyor. Elektrik de veriyor, su da veriyor. Mahalle kuruluyor. Aradan geçen 45 yıl boyunca bu insan vergisini ödüyor, suyunu, elektriğini de ödüyor. Resmiyete bakılırsa o mülkün artık o insanın olması gerekir. Ne yazık ki, depremden önceki süreçte Emek Mahallesi bölgesinde bir kentsel dönüşüm projesi vardı. Bu proje kapsamında, en son bir Dom’un evine rayiç bedel olarak. 5 bin lira para verdiler 2020 yılında. Çünkü mülkiyet onların değil aslında. 1945’te Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çıktığında ilk dışlanan kişiler yine Romanlar oluyor. Herkes toprak sahibi olurken Domlar ve Abdallar dışarıda bırakıldı. Hatta 1942 yılında bir kararname var, "Çingenelerin toprak ağası olamayacağını" söylüyor. Bugün de nüfusun mülkiyetsiz yüzde 60’ı ne depremzedelere verilen sosyal yardımdan faydalanabiliyorlar ne de kira yardımı alabiliyor.
Mülkiyetsizlik aslında yeniden inşa sonrasında aynı mahallelere dönememe gibi önemli bir sorunu da beraberinde getiriyor.
Şu an aslında bizler için en önemli sorun bu. Deprem öncesinde yaşadığımız bölgelere dönebilecek miyiz? Yeniden bir arada olabilecek miyiz? Toplu bir şekilde yaşayabilecek miyiz? Ya da dağıtılacak mıyız? Antakya’dan göç etmememiz için bir şey yapılmayacağı kesin. Ama bunun hukuki mücadelesini vermek için hazırız. Başta Sıfır Ayrımcılık Derneği olmak üzere buna direneceğiz. Nasıl Sulukule’de bir direniş hikayesi yazıldı, biz de Antakya’da Emek Mahallesi için bu direniş hikayesini yazabiliriz diye düşünüyorum. Kendi hakkımızı savunmamız gerekiyor. Yine yeni bir yaşam alanı oluşturulabilir. Romanlara yönelik sosyal konut adı altında sözler verilmişti depremden önce Türkiye genelinde. Bu sözü biz 2011’deki Roman açılımında da duyduk ama şu ana kadar herhangi bir şey yapılmadı.
Ama sosyal konut projesi Sulukule’de olduğu gibi ters de tepebilir. Oradaki insanları Halkalı’ya taşıdılar ama neredeyse hiçbirisi yaşayamadı orada.
İşte o yüzden bizim de savunduğumuz şey, kendi bölgesinde, kendi arazisinde, yerinde iyileştirme. Yani bu insanları alıp TOKİ’ye yerleştirdiğinizde olmuyor. Sulukule’de örnekleri var. Bu insan TOKİ’deki birinci kattaki evine alıp atını bağlıyor. Bu insanların yaptıkları meslek belli, zanaat belli, yaşam tarzları belli. O yüzden bu insanları kendi yaşam tarzlarına uygun bir biçimde yerleştirmek en uygun olanı olacaktır diye düşünüyorum.
Depremin 7. ayındayız artık. Domlar ve Abdallar için bu süreç nasıl yaşandı?
Depremin 7. ayını geride bıraktık ve bu süreçte normalleşme adımlarından en az faydalananlar kimler derseniz, Dom ve Abdal gruplarıdır. Hatay’da kalan ve imkanı olmayan insanların geçim kaynaklarından biri olan hurdacılık tamamen yasaklandı ve polis şiddetiyle karşı karşıya kaldılar. Ayrımcılık ve ötekileştirmelere maruz bırakıldılar. Biraz önce söylediğim gibi göçe mecbur bırakıldılar. Kalanlar da kendi kendilerine yetmeye çalışıyor. Kırıkhan bölgesinde şu anda yaklaşık olarak 200 hane halen derme-çatma çadırlarda hayatlarını idame ettiriyor.
Antakya’nın çok kültürlülüğü bu dönemde çok gündeme geldi. Ama Roman gruplarının bu çeşitlilik içinde adları neredeyse hiç anılmadı. Aynı şekilde, yeniden inşa tartışmalarında bu çeşitliliğin kaybolması riski epey gündeme geldi ama Domlardan, Abdallardan bahseden olmadı. Bu görünmeme hali ne hissettiriyor?
Bizim için alışıldık bir hikaye. Antakya yerelinde de bizi tanıyamadılar. Bizi Antakya’da da "kurbat" olarak bilirler. Kendi içinde kötü bir anlamı yok. Gurbetten türemiş, göçebe anlamında bir kelime. Bizi aşiret diye bilirler, Dişçiler derler, gümüşçüler derler, kalaycılar derler ama hiç Dom diyemezler. Domlar nedir, ne yaparlar, ne ederler, bilmezler. Bizim bunu düzeltmemiz lazım. 2009’da başlayan sivil toplum maceramızın hedefi de buydu. Görünmeyeni göstermek, duyulmayana ses olmak, kendimizi tanıtmak ve hakkımızdaki yanlış algılar düzeltmek. Biz bunu devam ettirdikçe görüleceğimize inanıyorum. Bunu Antakya özelinde söylemiyorum sadece. Biz elbette biliniyoruz ama yanlış bilindiğimiz için korunması gereken kültürler içinde sayılmıyoruz. Uğraşımız bunu değiştirmek. Çok vakit alacak ama illa ki bir gün olacak.
Eklemek istediğin bir şey var mı?
Emin Dom Iştınne Dünyem Hindi Tüm Mansın Hezkerne, Menge’ne Örinşi Emin Hezlekrır.
Biz Dom Milletiyiz Dünya Üzerindeki Tüm İnsanları Severiz. İsteriz Ki Onlar da Bizi Sevsin.
Mehmet Kuyumcu