Türkiye 6 Şubat’ta Maraş merkezli bir depremle uyandı. 11 ili etkileyen deprem, binlerce yapının yıkımına, bu da sayıları on binleri bulan insanın ölümüne, binlercesinin de yaralanmasına yol açtı. Dile kolay…binler… bu korkunç bilançonun elbette sayılarla ifade etmenin çok ötesinde bir anlamı var. Depremin vurduğu, en fazla etkilenen şehirlerden biri de Hatay’dı, özellikle tarihi kent merkezi olarak da bilinen Antakya, bunda büyük bir yara aldı.
Hatay ile yolum, ilk defa 2008’in Eylül ayında inşaat mühendisliğini kazandığım Mustafa Kemal Üniversitesi’ne (şimdiki adıyla İskenderun Teknik Üniversitesi) kaydımı yapmaya giderken kesişti. Kayıt için Diyarbakır’dan 7 saatlik yolculuğun ardından, İskenderun otogarına vardığımızda hava aydınlanmıştı artık. Otobüsten iner inmez, iki şeyi hemen fark ediverdim; cildimi saran nemi ve daha sonra ismini öğreneceğim, güzel kokusuyla bizi karşılayan hanımeli çiçeğiydi… Zamanla bu kente dair daha çok şey tecrübe edecek, anılar biriktirecektik, bir günde dört mevsimi yaşamayı, Yarıkaya rüzgârını, meşhur odun közündeki dönerini, künefesi, biberli ekmeği, sürk peyniri, humusu ve daha nice lezzeti ile mutfağı ve gastronomisini keşfedecektik. Daha sonraları, doğasıyla insanı hayran bırakan Harbiye Şelalelerini, Roma İmparatoru Vespasian tarafından, şehri sel ve taşkınlardan korunmak amacıyla dağ içine oyulan Titus Tüneli’ni ve kentin hafızasında yer edinmiş, daha nice dini ve sivil mimari yapıları ve yerleri gezme ve görme fırsatımız olacaktı. Bazı şehirler vardır, ayak bastığınız ilk anda sarar sizi, Hatay’da böyle bir yerdi. Kayıt, yerleşme, ön hazırlıklar derken okul başladı, artık hepimiz birer mühendis adayıydık.
Deprem ve mukavemet
İnşaat mühendisliği eğitimi alıyorsanız ve bulunduğunuz ülke bir deprem kuşağındaysa eğitiminiz boyunca en fazla muhatap olduğunuz, tasarımlarınızda hesaba kattığınız bir olgudur artık deprem. Zemin mekaniğinden, mukavemete, yapı statiğinden, malzeme bilimi dersine kadar merkezinde hep deprem vardır. Deprem Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayına denir (Kandilli Rasathanesi). Bir doğa olayı olan depremi önleme, büyüklüğünü belirleme şansımız yok; fakat şiddetinin ne seviyede olacağı yapının tasarımıyla öngörülebilir.
Hocalarımızın her fırsatta hatırlattığı bir şey vardı: deprem öldürmez! yapı öldürür diye. Bir doktorun hatası bir hastasının hayatına mal olabilirken sizin yapacağınız bir hata birçok insanın hayatına mal olabilir diye eklerlerdi. O an, ağır bir sorumluluk yükü binerdi omuzlarımıza. Mesleğimizin hakkını vermeliydik. Ne zamanki mezun olup sektöre atıldığımızda, işte o zaman teoride öğrendiklerimizin sahaya çoğu zaman uymayacağına şahit olacaktık. Bir anda çok aktörlü bir sistemin içinde buluverdik kendimizi. Zincirin sadece bir halkasıydık artık, bazen direnir, bazen de karşı koymaya güç yetiremezdik tek başımıza. Oysaki direnç, dayanma, karşı durma, karşı koyma, dayanırlık ile eş anlamlı olan mukavemet, demin bahsini ettiğim ana derslerimizden biriydi. Mühendislik eğitiminin ikinci yılında, mukavemet 1 ve mukavemet 2 olarak iki dönem okutulur. Malzemelerin dıştan gelen çeşitli etkiler ve bu dış etkilerin neden olduğu iç kuvvetler karşısında gösterdikleri davranışları inceleyen bilim dalıdır aynı zamanda. Mukavemette; kolon, kiriş, perde beton gibi taşıyıcı sistem elemanlarının boyutlandırılması, boyutu belli olan cisimlerin kesit taşıma kapasitesi, dış yükler etkisindeki yapı elemanlarının şekil ve yer değiştirme hesapları, yine bu alanın konusudur. Bir yapı için hayati bir önem taşır, deprem yükünü göğüsleyen yine mukavemetin kendisidir.
İnşaat Mühendisliğinde 3E kuralı olarak da geçen; inşa edilecek bir yapının, Emniyet, Ekonomi ve Estetik koşullarını sağlamaya yönelik başlıca üç kuralı vardır. Burada ilk sıraya emniyetin yani yapı güvenliğinin konulması tesadüf değildir, zira inşa edeceğiniz yapının içindeki insan hayatı söz konusu olduğundan tasarımınız da evvela buna göre biçim almak zorunda. İnşa ettiğiniz yapı, üzerine gelen yükleri güvenli bir biçimde taşıyacak sistemlere sahip olmanın yanında deprem yükü, rüzgâr yükü ve toprak itkisi gibi yapı dışında gelen ve yapıya etki eden kuvvetleri de hesaba katmak zorundasınız. Yani burada doğayla uyum sağlamanız, ona göre bir tasarım yapmanız gerekiyor. Nasıl ki yüzlerce yıl evvel, Titus Tüneli’nde olduğu gibi sel ve taşkınlara karşı dönemin tekniğiyle şehri korumaya almışlarsa bugün de sahip olduğumuz teknik imkanlarla çok daha kolay doğaya adapte olabiliriz.
Bir binanın peşine düşmek
Öğrenciyken, Antakya’da 2005-2011 yılları arsında yürütülen, Deprem Tehlikesine Hazırlık, Hasar Görebilirlik ve Zarar Azaltma Master Planı (SERAMAR) projesinin bir aşamasında bir grup öğrenci arkadaşımla katılma imkânım oldu.
Almanya’nin Bauhaus-Universität Weimar Üniversitesi’ne bağlı Deprem Hasarlarını Araştırma Enstitüsü (EDAC), Mustafa Kemal Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, İnşaat Mühendisleri Odası Hatay Şubesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi gibi kurumlarca yürütülen SERAMAR projesinde amaç, Antakya-Kahramanmaraş bölgesinde deprem tehlikesine hazırlık, hasar görebilirlik ve zarar azaltma mastır planlarını kent için bir dönüşüm, iyileştirme projeleri için hazırlayıp ilgili kurumlara sunmaktı. Sabahın erken saatinde İskenderun’dan Antakya’ya doğru yola çıkmak için hocalarımız ve öğrenci arkadaşlarla buluştuk. Antakya’ya vardığımızda daha önce haritalara işlenen yapıları incelemek için ayrı ekipler kuruldu. Ben de başında Almanya’dan gelen bir akademisyenin olduğu ekipte yer aldım. Belirlenen adreslere gidip binalarla ilgili inceleme yaparak, verileri her yapı için hazırlanan formlara geçiriyorduk. Bunlar, içlerinde kagir yapı, ahşap yapı betonarme yapıların olduğu yapı stoklarıydı. Vakit öğleye yaklaştığında, açlığımızda bastırmaya başlamıştı. Diğer ekipler birinci kısım yapıların incelemesini bitirmiş bizi bekliyorlardı; biraz gecikecektik ekip olarak çünkü haritada işaretli bir yapımız eksikti. O yapı peşinde ne kadar zaman geçirmiştik tam olarak hatırlamıyorum; ama epey dolandığımızı hatırlıyorum, sonunda aradığımız binayı bulmuştuk. O an ilk defa daha önceleri çok duyduğumuz Alman disipliniyle de ilk kez sahada uygulamalı şahit oluyorduk.
Ev sahibi hocalarımız yemek için Antakya tarihi Uzun Çarşısı’nı seçmişlerdi. Tepsi kebabıyla meşhur bir yere oturduk, siparişlerimizi verdik, bir kasaptı aynı zamanda oturduğumuz yer… Zırhla kıyılan eti, hazırladığı harçla ince ince tepsiye dağıtıyordu. Fırıncısı hemen yan komşusuydu, ona gönderip pişirme işini ona emanet ediyordu. Tadı çok iyiydi, belli ki uyumlu çalışıyorlardı esnaf komşular… Kim bilir ne zamandan beri yürütüyorlardı bu geleneği.
Tas kebabından sonra Antakya’nın meşhur odun közünde pişen künefesine gelmişti sıra. Biraz sonra küçük tabaklara konmuş sıcacık künefe kondu önümüze, tadını peynirinde ve odun ateşindeki pişmesinden alan künefeyi masadaki herkes beğenmişti. Aynısı tas kebabı için de geçerliydi, mekânı öneren Hataylı hocalarımız da bunun haklı gururunu yaşıyorlardı. Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam etmek üzere uzun çarsıdan ayrıldık, Antakya’nın farklı bölgelerine dağılmış bu yapıları incelemeye öğleden sonra da devam ettik. Akşama doğru saha çalışmasını bitirip İskenderun’a doğru yola çıktık.
Altı yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu proje, sonradan öğrenecektik ki belediye ve valiliğe sunulmasına rağmen değerlendirmeye alınmamış. O peşine düştüğümüz ev ayakta mıdır bilinmez ama son depremde yıkılan binalar arasında projede riskli ilan edilen binaların olduğunu öğrenecektik.
6 Şubat 2023 tarihinde art arda meydana gelen iki büyük depremde en fazla yıkıma uğrayan kentlerin başında Hatay geliyor, özellikle tarihi kent merkezi Antakya’da. Gezip gördüğümüz yapıların çoğu yok artık, Habibi Neccar Camisi’nden, Hatay Protestan Kilisesine, Antakya Rum Ortodoks Kilisesi, Antakya Ulu Camii, Tarihi Antakya Sinagogu, yemek yediğimiz Antakya tarihi Uzun Çarşısı gibi kent belleğinde yer edinen cami, kilise, havra gibi dini yapılar ve sivil mimari yapıların da olduğu yüzlerce tescilli kültür varlığı tamamen yıkıldı ya da büyük hasar gördü.
Tarihte şehirler savaş, çatışma, doğal afetler gibi nedenlerle yıkım görmüş, sonrasında yeniden inşa edilip, tekrar ayağa kaldırılmıştır. Dünyanın farklı coğrafyalarında birçok örneği mevcuttur. Deprem sonrası şehirlerin yeniden inşasının tartışıldığı bu günlerde, yeniden inşaya muhtaç bir şey daha var, o da bu ağır bilançoya yol açan sistemin kendisidir. Liyakatin, bilim ve tekniğin esas alındığı, siyasi çıkar ve kaygılarla göz yumulmadığı, yanlış olana karşı gerekli mukavemetin gösterilebileceği bir sistemin inşasıdır gerekli olan. Bundan sonraki afet dirençli kentlerin inşası bu yeni yapılanmadan geçer, aksi halde, mevcut kısır döngüyle daha çok canımız yanacak….
Öne çıkan görsel: Çağlar Oskay/Unsplash