“Defne'nin Anlatılmamış Hikayesi-II: Yeniden İnşa Edilen Hayali Bir Şehrin Tehlikeleri” başlıklı yazının devamı niteliğindeki bu ikinci bölümde, 6360 sayılı yasa tarafından yeniden yapılandırılan büyükşehir sınırlarının sonuçlarını anlatıyorum. Bu bağlamda, katılımcılarımın Hatay’ın yeni haritası ve 2014 yerel seçimlerinin dinamikleri hakkındaki deneyim ve bakış açılarına dayanarak, bölgenin siyasi ve ideolojik peyzajını anlamaya yönelik bir etnografik bakış açısı sunmayı amaçlıyorum. Katılımcıların, hem Hatay'ın yeni haritasıyla ilgili hem de 2014 yerel seçimlerinin dinamiklerine dair anılarından ve bakış açılarından yola çıkarak, bölgede artan siyasi ve etno-mezhepsel peyzajı aydınlatmayı hedefliyorum. Ayrıca, 2019 yerel seçimlerini farklı partiler arasında devam eden siyasi ve ideolojik mücadeleler olarak kısaca ele alıyorum. Dolayısıyla bu yeni yazı, Hatay'ın 6 Şubat depremleri öncesindeki yakın tarihini inceleyerek, depremler öncesinde şehrin manzarasının nasıl siyasi olarak şekillendiğini ve yeni resmi mekansal ve kimlik ideolojilerinin nasıl dayatıldığını ortaya koymayı amaçlıyor. Ayrıca, Antakya'nın yeniden inşası sırasında coğrafi anlayışımızı etnik-dinsel ve siyasi sınırlara bölmenin önemli risklerini yeniden değerlendirmenin önemini vurguluyor. Sonuçta, bu çalışma yeniden yapılanma sürecinin karmaşıkları içerisinde Antakyalıların Antakya'yı tasavvur etme ve yeniden kazanma haklarını korumanın yanı sıra kültürel miraslarını da korumanın öneminin altını çiziyor.
6360 Sayılı Kanun ve Yerel Yönetim Reformu
İstanbul’a döndükten sonra, ilk saha çalışmamdan elde ettiğim bulgular ve notlara dayanarak araştırma sorularımı ve teorik varsayımlarımı geliştirmeye başladım. Bu çalışmada genel olarak, resmi mekansal ideolojiler ile ulus-mekan ve ulusal kimlik oluşumu arasındaki etkileşime odaklanmaya devam ederken, Hatay ilindeki yerli azınlıkların daha geniş bir bağlamda artan etno-mezhepçilik dalgasına nasıl tepki verdiklerini daha derinlemesine incelemenin önemini fark ettim. Amacımı kesin bir şekilde aklımda tutarak, aynı yılın Aralık ayında saha çalışması yolculuğuma başlamak üzere Antakya'ya dönmek için hevesle hazırlandım. Bu sırada şans yüzüme güldü ve beklenmedik bir şekilde Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan Antakyalılarla yolum kesişti. Onların meşhur misafirperverliği, Zülüflühan Mahallesinde Arap Alevi bir ailenin yanında kalacak yer bulmama yardımcı olmalarıyla doruğa ulaştı. Ev sahibi ailenin 23 yaşındaki oğlu Fuat’ın eğitimine devam ettiği Mustafa Kemal Üniversitesi’ne yakın bir yerde oturduklarını bilmiyordum. Bir gün Fuat nazikçe bana üniversite kampüsünü gezdirmeyi teklif etti ve bu vesileyle çeşitli bölümlerden akademisyenlerle iletişim kurma fırsatını vermiş oldu. Fakat üzerimde kalıcı bir etki bırakan, coğrafya bölümünün sıcak karşılaması ve paha biçilmez içgörüleri oldu. Aydınlatıcı tartışmalarımız sayesinde, Defne’nin Antakya’dan ayrılması ile yerel idari reformun önemli bir yönü olan 6360 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu arasındaki karmaşık bağlantı giderek daha açık hale geldi.
2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı Kanun, Türkiye'nin idari yapısında, özellikle de büyükşehirlerde önemli bir değişim öngörüyordu. Bu kanunun kökleri 1984 yılında 3030 sayılı kanunla büyükşehir belediyelerinin kurulmasına kadar uzanıyor ve bu kanun başlangıçta İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirleri kapsıyordu. Ancak, büyükşehir statüsünü başka şehirleri de kapsayacak şekilde genişleten ve yerel yönetim sistemini yeniden yapılandıran 6360 sayılı Kanun önemli değişiklikler getirmişti. 6360 sayılı Kanun kapsamında, 2013 yılında nüfusu 750 bini aşan on dört il yeni büyükşehir belediyesi olarak belirlenmiş ve toplam büyükşehir belediyesi sayısı otuza ulaşmıştı. Bu yeniden yapılandırma, il özel idarelerine bağlı köylerin kapatılmasına ve büyükşehir belediyesi sınırlarının tüm ili kapsayacak şekilde genişletilmesine yol açtı (Adıgüzel, 2012; Karakaya, 2012; Adıgüzel & Karakaya, 2017; Izci & Turan, 2013). Sonuç olarak, büyükşehir belediyeleri bu illerde yerel yönetim hizmetlerinin tek sağlayıcısı haline geldi. 6360 sayılı Kanun’un en önemli etkilerinden biri, özellikle belediye başkanlığı seçimleri açısından seçim dinamikleri üzerindeki etkisi oldu. Yasa büyükşehir sınırlarının tanımını değiştirerek kırsal bölgelerdeki seçmenlerin de belediye başkanlığı seçimlerine katılmasına olanak sağladı.
Hatay Büyükşehir Belediyesi'nin Eski (Solda) ve Yeni İl Sınırları (Sağda)
Bu sürecin bir parçası olarak Hatay’ın büyükşehir belediyesi olması (Resmi Gazete, 2012), şehir planlamasının on beş ilçe olarak yeniden yapılandırılmasıyla sonuçlandı. Büyükşehir ölçeğindeki bu genişleme dört yeni il-ilçe sınırını kapsıyordu: Antakya, Defne, Arsuz ve Payas (Adıgüzel & Karakaya, 2017). Arsuz ve Payas daha önce İskenderun ve Dörtyol ilçelerine bağlı yerel yönetim birimleriydi. Ancak, aynı kanun kapsamında Antakya (Hatay’ın merkezi) bölünerek Defne ve Antakya belediyeleri kuruluyor. yeni kurulan ve adı değiştirilen tek ilçe ise toplam 151.017 kişilik nüfusuyla Defne oldu. İlginç bir şekilde Defne nüfusu, küçük bir azınlık olan Arap Hıristiyanların yanı sıra, ağırlıklı olarak Arap Alevilerden oluşuyordu.
Daha önce de belirttiğim gibi, 6360 sayılı Kanun’a ilişkin resmi bilgiler, Ali’nin Hatay’ın yeni haritasını ve Defne ile Antakya arasındaki bölünmeyi şekillendiren etnik-dinsel faktörlere ilişkin açıklamalarıyla örtüşüyordu. Fakat Ali’nin anlatısında öne çıkan bir diğer önemli husus da “2014 Belediye Seçimleri” oldu. 2018-2020 yıllarını kapsayan etnografik saha çalışmam sırasında kendimi bu seçimlerde yaşananlara kaptırırken, Antakya’nın bölünmesine yol açan olaylar dizisini yeniden inşa etmek ve bu dönemde değişen dinamikleri anlamak için yola çıktım. Katılımcılarım tarafından paylaşılan anlatılar aracılığıyla, ildeki son kentsel değişimleri ve siyasi gelişmeleri belgelemeye ve bunlara tanıklık etmeye çalıştım. Bu süreç, bölünmenin sadece fiziksel ve sembolik manzarayı yeniden şekillendirmekle kalmayıp aynı zamanda siyasi rekabetleri nasıl artırdığını ve etnik-dinsel ayrılıkları nasıl derinleştirdiğini gözlemlememi sağladı. Buna ek olarak, Defne ve Antakya’nın, Büyükşehir Belediyesi’ni kontrol etmek için kıyasıya mücadele eden hem iktidar hem de muhalefet gruplarından rakipler için nasıl şiddetli bir savaş alanı haline geldiğini ortaya çıkardım. Bu araştırma aynı zamanda Defne ve Antakya'nın partizan amaçlarla siyasi araç sallaştırılması yönündeki endişe verici eğilimin de altını çizdi.
Hatay’ın Yeni Haritası: Defne ve Antakya Arasındaki Kentsel Sınırlar
Antakya’daki ilk pilot saha çalışmam sırasında, Antakya’nın merkezinde olduklarını düşündüğüm, özellikle Armutlu, Sümerler, Cumhuriyet, Cebrail ve Zenginler mahallelerinde ikamet eden ailelerle kaldım. Fakat daha sonra Sümerler ve Armutlu’nun artık Antakya’ya bağlı olmadığını, Defne’ye bağlı olduğunu öğrendim. Bu süre zarfında Antakya’nın dışında bir yerleşim yeri olan Zülüfühan'da misafir edilsem de, şehrin toplu taşıma sistemini kullanarak her gün kırsal ve kentsel bölgeleri arasında gidip geldim. Fuat birçok kez akrabalarının Defne'ye bağlı Turunçlu Mahallesinde yaşadığı için ve Turunçlu Mahallesinin de Antakya’nın merkezine çok yakın olduğu için bana eşlik etti. Özellikle, her Pazar Gabriel ve cemaatin diğer üyeleriyle birlikte ayinlere ve dini kutlamalara katıldım. Ayrıca, daha önce beni misafir eden aileleri ve dostları ziyaret etmeye, Defne’nin yakın tarihine dair daha derinlemesine sorular sormaya ve onlarla derinlemesine görüşmeler yapmaya başladım. Zaman zaman beni misafir ettiler ve saha çalışmam birkaç aya yayıldıkça Sümerler, Değirmen yolu, Yeşilpınar, ve Zenginler mahallelerinde de başka ailelerin yanında kalmaya başladım. Bu deneyimler, onların gündelik yaşamlarına, dini törenlerine ve hatta yaklaşan 2019 seçimleri gibi şehirdeki siyasi olaylara daha fazla dahil olduğum için araştırmamın yönünü şekillendirdi.
Bir gün Antakya Türk Katolik Kilisesi’ndeki Pazar ayinine katıldıktan sonra Gabriel’e bana Defne ile Antakya arasındaki sınıra kadar eşlik edip edemeyeceğini sordum. Cevabı belirsizdi: “Merkezde senin de gördüğün gibi, sınırın nereden geçtiğine emin değilim. Sanki hiçbir fark yokmuş gibi. Defne’yi Antakya’dan ayıran bir çizgi var sadece” dedi. Bu belirsizlik sadece Gabriel için geçerli değildi, aynı zamanda diğer bazı katılımcılarımda da vardı. Sümerler’den 24 yaşındaki Arap Alevi öğrenci Merve de bu belirsizliği yineledi. Merve, Defne ile Antakya’nın birbirine o kadar yakın bir şekilde bir arada bulunduklarını ve neredeyse tek bir kentsel varlık olarak işlev gördüklerini belirtti:
“Defne’yle Antakya’yı ayıran sınır bana çok saçma geliyor. Çünkü biz hala Antakya’nın merkezinde yaşıyoruz. Defne’de yaşadığımı bana anlatan tek şey mahallemin Defne Belediyesi’ne bağlı olması.”
Armutlu’dan 28 yaşındaki Arap Alevi öğretmen Işıl da Merve’ninkine benzer bir bakış açısı paylaşıyordu. Defne’yi hala Antakya’nın bir parçası olarak tanımlayan Işıl, iki ilçenin fiziksel unsurları arasındaki çarpık ilişkiye vurgu yaptı. Ayrılmalarına rağmen Defne, eski ilçe merkezinin imarını ve özelliklerini korumuştu. Bu durum, altyapı, mimari ve kültürel unsurlar da dahil olmak üzere çeşitli maddi unsurların, ilçeler arasındaki fiziksel ayrıma rağmen, neredeyse hayalet ya da yanılsamalı bir şekilde varmış gibi, iç içe geçmiş ve ayrılmaz göründüğü fikrini vurguladı:
“Bence hükümet bizi daha küçük bir bölgeye sığdırdı. Ama Defne’nin bir merkezi bile yok. Hatta Defne Belediye Başkanlığı binası geçen sene inşaattı daha. O yüzden işlerinizi burada halledemiyorsunuz. Ben bütün işlerimi Antakya’da hallediyorum. Belki 10 seneye değişir, bilmiyorum.”
Işıl’ın anlatımına göre Defne, belediye binaları ve resmi yapıların inşasıyla karakterize edilen, halihazırda süren bir inşaat faaliyetine tanıklık ediyordu. Eş zamanlı olarak, büyükşehir reformu ilçenin kimlik kartlarında, sokak isimlerinde ve tabelalarında değişikliklere yol açarken, kentsel peyzajda da kayıt dışı yapıların hızla arttığı bir dönüşüme de neden oldu. Bununla birlikte, yukarıdaki anlatılardan da anlaşılacağı üzere Defne, Antakya’nın kentsel dokusunun daha geniş bağlamına sıkı sıkıya bağlı kalmıştı. Sakinlerinin büyük çoğunluğu sadece iş için değil, aynı zamanda eğlence, sağlık (hastanenin Antakya'daki konumu göz önüne alındığında), eğitim ve dini faaliyetler için de şehir merkezine gidip geliyordu.
Defne Belediye Binası İnşaatı (Haziran, 2018, Rafael)
Gabriel, Merve ve Işıl gibi çalışmamdaki birçok katılımcı da iki ilçe arasındaki yeni resmi sınırı tam olarak belirleyememişti. Ancak bu, bir sınırın var olmadığı anlamına gelmiyordu. Araştırma sürecinde yapılan görüşmeler sırasında, tüm katılımcılar, mahallelerin Defne’nin mi yoksa Antakya’nın mı yeni resmi sınırları içinde olduğunu tespit etmeyi başardılar. Dolayısıyla, iki ilçe arasındaki sınırın belirlenmesi yerel halk için kafa karıştırıcı olsa da, katılımcılar yine de bu sınırın varlığından haberdarlardı.
Antakya ile Defne arasındaki kentsel sınırların haritası
Defne ve Antakya arasındaki resmi sınırı tespit etmek için yaptığım etnografik araştırmalardan birinde, Armutlu’da yaşayan 38 yaşındaki Arap Alevi coğrafyacı Hikmet’i ziyaret etme fırsatı bulmuştum. İki ilçe arasındaki sınır hakkındaki sorularımı duyduktan sonra, dikkatimi Hatay’ın yeni il haritasının resmi bir fiziksel kopyasına çekti. Hikmet’e göre, yukarıdaki eklediğim Google Haritalar’dan alınan resimde gösterildiği gibi, Defne ve Antakya arasındaki sınırlar kırmızı çizgiyle belirlenmişti. Mehmet Yeloğlu Köprüsü, iki ilçe arasındaki ayrım çizgisi olarak görev yapmaktaydı, böylece yeni idari sınırları belirleyen fiziksel bir sınırı ve işaret noktasını temsil ediyordu. Meydan ise bir zamanlar Antakya’nın merkezinin bir parçası olan Armutlu mahallesinin yerini temsil ediyordu.
Köprü Ziyareti Sonrası Alınan Etnografik Notlar
Aynı gün, Armutlu’dan ayrıldığımda, köprüyü ziyaret etmeye karar verdim. Hikmet’in evinden kısa bir yürüyüş mesafesindeydi. Köprüye yaklaştığımda önce pek anlam veremedim. Defne ve Antakya arasındaki sınırları belirlemek için köprüyü çevreleyen mahallelerden yola çıkarak bir harita çizmeye başladım. Bir görüşmede, çizimimi Armutlu’dan 35 yaşındaki Arap Alevi bir biyoloji öğretmenine gösterdim. Onu gördükten sonra, tıpkı Hikmet gibi bana Defne ve Antakya arasındaki yeni sınırın bu köprüyle nasıl fiziki bir nitelik kazandığını şu şekilde açıkladı:
“Köprünün adından da anlaşılıyor zaten, sınırı çizmek için yapıldı. AKP’nin eski Belediye Başkanı Mehmet Yeloğlu koydu ismini, 2009’da. İnşasından 3 sene sonra, 2012’de Defne Antakya’dan ayrılınca, köprü bizim için daha elle tutulur, görünür bir sınır oldu.”
Hikmet ve Hasan'ın anlatıları gösteriyor ki, Defne ve Antakya arasındaki ayrım, Defne Belediyesi’nin gelişimi nedeniyle daha keskin bir hal aldıkça, yerel halk köprü alanını iki ilçe arasındaki fiziksel bir sınır olarak tanımaya başladı. Ayrıca, Hasan’ın açıkladığı gibi, köprünün varlığı, köprünün adı, yeni büyükşehir belediye sisteminin arkasındaki ideolojik ve siyasi ipuçlarını da ortaya çıkardı. Özellikle 2014’teki seçimlerde her iki ilçenin de bir iktidar ve muhalefet için siyasi arenalar olacağı öngörülüyordu. Ancak, köprüyü ziyaretim sırasında, çizimimde gösterildiği gibi, köprünün ortasında dikkatimi bir yapı çekti. Bu sırada, köprüde dururken, sokak ortasında bulunan bu yapının etrafında sürekli ziyaretçilerin girip çıktığını fark ettim. Yaklaştıkça, bunun iki ilçe arasındaki belirlenmiş çizgiyi bulandırmak, hatta direnmek gibi görünen bir eylemi temsil eden sokak ortasında devasa bir türbe olduğunu fark ettim.
Mehmet Yelloğlu Köprüsü ve Hazreti Hıdır Makamı (2018, Rafael)
Hikmet'i tekrar ziyaretimde, köprünün karşısında sokak ortasında duran türbeyi tarif ettim. Hikmet, türbenin yerel Arap Alevi topluluğu için özel bir anlam taşıdığını ve Hazreti Hıdır Makamı adını aldığını açıkladı. Bu ziyaretin, yerel halk tarafından derin bir şekilde değer verilen tarih ve kimliklerinin güçlü bir sembolü olduğunu ifade etti. Hikmet ayrıca, 2009’da köprünün inşası sırasında yetkililerin türbeyi kaldırmaya yönelik girişimlerine rağmen, türbenin dokunulmaz kaldığına ve ilahi bir güç tarafından korunduğuna inanılan etkileyici bir hikaye anlattı. Bu konuda kesin bir şey vardı, 6360 bile Hazreti Hıdır Makamı’na dokunamamıştı.
Defne ve Antakya’da Seçim Dinamikleri ve Etno-Dinsel Ayrımlar
Defne'ye bağlı bir mahalle olan Harbiye'den 27 yaşındaki Arap Alevi mimar Fatma’yla yaptığım bir sohbette, Fatma bölgenin yeni ismi hakkında ne düşündüğünü ifade ediyor:
“Defne isminin verilmesine şaşırmadık. Defne kelimesi bana hiç yabancı gelmedi. Burada, su kenarında doğal olarak yetişen defne ağaçlarımız var. Defne sabunu biliyor musun? Defne çok önemli bu arada, bunu geçim kaynağı olarak düşünün, defne sabunu yapmak için defne yağı kullanıyoruz. Aslında defne kelimesi bizim için önemli, defne sabunu ve ağaçlar kültürümüzün bir parçası olduğu için.”
Fatma, Defne adının Daphne ve Apollo efsanesiyle de anıldığını öne sürdü. Antik Yunan mitolojisinde Daphne’nin, Apollon’un zulmü üzerine defne ağacına dönüşen bir su perisi olduğunu anlattı. Antakya’nın jeomorfolojik ve tarihi peyzajı göz önüne alındığında, Defne ve Antakya arasındaki bölünmeyi haklı çıkaracak hiçbir coğrafi veya tarihi kriter bulunmadığı ortadaydı. Coğrafi olarak iki ilçe Asi Nehri tarafından ayrılıyor ve aynı dağlarla çevreleniyor. Ayrıca, tarihi kayıtlar yeni Defne ilçesinin bir zamanlar Antakya’nın Daphne banliyösünün bulunduğu yerde yer aldığını gösteriyor. Özellikle Antakya’nın kentsel mirası, bugün Defne’ye bağlı olan merkez mahalleler tarafından temsil edilmeye devam ediyor. Dolayısıyla, yukarıdaki anlatımların da gösterdiği gibi, yeni bölünmenin ardındaki kriterlerin yerel halk için çok az önem taşıması şaşırtıcı değil.
Defne’nin Antakya’dan ayrılmasına ilişkin kriterler değerlendirilirken, katılımcılar yeni Hatay Büyükşehir Belediyesi haritasında belirlenen etnik-dini sınırları sorguluyorlar. Bu sınırlar, Antakya da dahil olmak üzere Hatay’deki yerleşimlerde tarihsel olarak görüldüğü üzere, Arap Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bölgeleri hedef aldı. Benzer şekilde, bu bölgelerde Arap Hıristiyanlar da yaşıyorlar. Bu bağlamda, Arap Alevi ve Arap Hıristiyan azınlıkların yaşadığı Defne ve Arsuz'un sırasıyla Antakya ve İskenderun'dan ayrılması dikkat çekici. Örneğin Fatma, Antakya kentini iki belediyeye bölen yerel yönetim sisteminin yeniden düzenlenmesinde kriter olarak kullanılan etnik-dini ayrıma işaret etmişti:
“Hatay, büyükşehir belediyesi statüsüne geçtikten sonra, devlet Antakya ile Arapların yoğun olarak yaşadığı yerler arasına bir sınır çizdi. Özellikle Arap-Alevilerin yaşadığı yerlerle. Devlet bizi (Arap Alevileri) bir şekilde ana bir ayırarak belli bölgelerde toplamak istedi. Sonra bizim idari bölgelerimizi, köylerimizi Defne Belediyesi altında topladı. Şimdi iki tane yeni belediye var, Defne ve Antakya.”
Nitekim, Değirmenyolu, Yeşilpınar, Gümüşgöze, Harbiye, Tavla, Balıklıdere, Aknehir, Sinanlı ve Bahçeköy gibi köylerin bir anda Defne Belediyesi’ne bağlı mahallelere dönüşmesi yerel halk arasında şaşkınlık yarattı. Değirmenyolu’ndan 40 yaşındaki Arap Alevi aşçı Murat, şimdi yeni Defne ilçesinin bir parçası olan bu mahallelerde ağırlıklı olarak Arap Alevilerin yaşadığına dikkat çekiyor:
“Aslında bu köylerin aralarında tarlalar, zeytin ağaçlıklarıyla birbirlerinden ayrı, izole yerler. Bütün bu izole yerleri Sümerler ve Armutlu bölgeleri altında birleştirdiler harita üzerinde ki bu yerler Arap Alevilerin, Arap Hristiyanların yaşadığı kadim Antakya merkezi. Şimdi buralar Defne olarak isimlendirildi. Bu yerleşim yerlerinin sakînleri çoğunlukla Arap Alevi.”
Özellikle, 2018 ve 2020 yılları arasında muhataplarımla yaptığım kapsamlı görüşmelerde, tekrar eden bir anlatı ortaya çıktı. Birçoğu, Hatay'ın yeni resmi idari sınırlarının çizilmesinin ardındaki etnik-mezhepsel kriterlerin kanıtı olarak Sofular ve Yukarıokçular köylerinin (şimdi mahalle) hikayesini anlattı. Harbiye'de ikamet eden 55 yaşındaki Arap Alevi inşaat işçisi Uğur, yeni büyükşehir sisteminin hem kırsal hem de kentsel yerleşimleri etnik-mezhepsel hatlar boyunca nasıl yeniden şekillendirdiğini ve Hatay’da Sünni olmayanları Sünnilerden nasıl etkin bir şekilde ayırdığını ayrıntılı bir şekilde anlattı:
“Mesela, biz hep Sofulu bölgesi sakinleriyle birlikte yaşıyoruz. Onlar Sünni Arap, mallarını Harbiye’de satarlar. Hükümet onların köylerini Altınözü’ne dahil etti. Yukarıokçular denilen başka bir Sünni Arap mahalle var, Sofular’a yakın. Devlet gitti, bu mahalleyi Yayladağı’na bağladı. Yukarıokçular’a 35 km ama Harbiye’ye sadece 2 km. Bu mahalleler Defne’ye bağlanmalıydı.”
Uğur’a göre, Arap Sünni mahallelerinin Arap Alevilerle uzun süredir barış içinde bir arada yaşamasına rağmen, yeni Hatay haritası, bu mahalleleri Harbiye'den daha uzakta bulunan diğer Sünni Arap mahallelerine dahil etmişti. Görüşmemiz sırasında Uğur, Küçük Dalyan, Maşuklu, Güzelburç, Kavaslı, Ekinci, Serinyol ve Büyükdalyan gibi bazı periferik Arap Alevi mahallelerinin, 6360 sayılı yeni yasa onları Antakya'dan etkili bir şekilde ayıramadığı için Antakya içinde kaldığına dikkat çekti.
Yerel okumalar etnik-dini bir kritere işaret ederken, diğer sohbetlerde katılımcılar Defne ve Antakya arasındaki bölünmenin aynı zamanda siyasi olduğunu ve temelde Hatay ilinde muhalefet ve iktidar partisi taraftarları arasında artan kutuplaşmadan kaynaklandığını öne sürdüler. Hatta bazıları Defne ve Antakya arasındaki sınırı “siyasi bir ayrışma” veya “siyasi bir sınır” olarak tanımladı. Antakya’da güçlü bir Arap Alevi muhalefetin varlığının, iktidar partisini seçim nedenleriyle ili yeniden yapılandırmaya ittiğini açıkladılar. Bu bağlamda Duman (2020), Hatay’daki Arap Alevilerin tarihten bu yana iktidar partisinin destekçisi olmadığını ileri sürer. Ayrıca, iktidar partisinin Suriye Savaşı sırasında izlediği mezhepçi ve Sünni yanlısı dış politikanın Hatay'daki Alevi nüfus arasında hoşnutsuzluğu artırdığını söyler. Ayrıca Üşenmez ve Duman (2015), iktidar partisi ile bölgedeki Arap Aleviler arasındaki çatışmanın kanıtı olarak Hatay ilindeki Haziran 2013 Gezi Parkı protestolarına işaret eder. Katılımcılarımın çoğu, şu anda Defne'ye bağlı bir mahalle olan Armutlu'daki Sevgi Parkı'nda başlayan bu protestolara aktif olarak katılmıştı. Kendisini Antakyalı olarak tanımlayan 55 yaşındaki Armutlulu Arap Alevi memur Ayşe, Armutlu'daki Gezi protestolarının bir patlama yarattığını, kendi deyimiyle “gerçek bir direniş” (mücadele) olduğunu ifade etti. Ayşe, Armutlu'nun bir “Arap bölgesi” (Arap mıntıkası) haline geldiğini ve ilçedeki Arap Alevilerin gösterilere katılarak destek verdiğini anlattı.
Defne ve Antakya’da yaşayan nüfus arasındaki etnik-dinsel ve siyasi kutuplaşma nedeniyle, araştırmamın katılımcıları Defne’nin bölünmesinin ardındaki siyasi niyetlerin kanıtı olarak sıklıkla 2014 belediye seçimlerine atıfta bulundular. Örneğin, Defne’ye bağlı bir mahalle olan Sümerler’den gelen 30 yaşındaki kuyumcu Arap Hıristiyan Meryem, Defne halkının Defne adında yeni bir ilçenin varlığından ancak 2014 yerel seçimleri sırasında haberdar olduğunu anlattı:
“Hepimiz Defne’nin yeni bir ilçe olduğunu seçim döneminde anladık. O zamana kadar kimse büyük bir değişiklik fark etmemişti. Biz böyle ‘ah şimdi değiştik’ gibi bir şey deneyimlemedik. O zaman kimse bir fark görmedi. Sadece adreslerimiz değişti, Antakya yerine Defne oldu. Antakya Hatay, yazmak yerine Defne Hatay yazıyoruz. Seçim zamanı partiler adaylarını seçmeye başladıklarında “partinin adayı Defne’den Antakya’dan değil” dediler. Öyle olunda biz de Defne’den olduğumuzu anladık. Burada yeni bir seçim yapılacak, yeni bir yönetici seçilecek.”
Meryem’in de açıkladığı gibi, Defne’nin Antakya’dan ayrılmasıyla birlikte, bölgedeki parti adaylarında yeni bir yapılanma başladı. Dikkat çekici bir şekilde, iktidar partisinin belediye başkan adayı seçimi yerel halk arasında tartışmalara yol açtı. Uğur, geriye dönüp baktığında 2014 yerel seçimlerinde AKP'nin belediye başkan adayına ilişkin yerel bir anlatıya işaret ediyor:
“Sadullah Ergin, avukat burada. Önce milletvekili oldu sonra Adalet Bakanı. Buranın büyükşehir statüsüne geçeceği anlaşılınca, parti onu aday olarak gösterdi Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na. Onlar (hükümet ve yerel parti üyeleri) kazanır diye düşündüler, ondan onu aday gösterdiler. Bu yüzden bölgeyi ikiye böldüler.”
Uğur’un aktardığına göre, Antakyalı Sadullah Ergin’in 2014 yerel seçimlerinde belediye başkan adayı olarak ortaya çıkması, yerel halkın Antakya ve Defne arasındaki bölünmedeki rolü hakkında tartışmasına neden oldu. 2014 yerel seçimleri, iktidar partisinin hakimiyetini sürdürmesi ve yeni kurulan Hatay Büyükşehir Belediyesi üzerindeki kontrolü açısından çok önemliydi. Ancak beklenmedik bir meydan okuma, 2009-2014 yılları arasında Antakya Belediye Başkanı olarak görev yapmış olan eski üyeleri Lütfü Savaş’tan geldi. Sadullah Ergin’in AKP’nin belediye başkan adayı olarak belirlenmesi üzerine, partisinden istifa eden ve ana muhalefet partisi CHP’den aday olan Lütfü Savaş’ın zorlu muhalefetiyle karşılaştı. AKP’yi şaşırtan bir şekilde Lütfü Savaş 2014 yerel belediye başkanlığı seçimlerini yüzde 42 oy oranıyla kazanırken, Sadullah Ergin yüzde 40,5 oy oranıyla geride kaldı. Bu beklenmedik yenilgi, yeni kurulan Hatay Büyükşehir Belediyesi’nde AKP için önemli bir siyasi otorite kaybı anlamına geliyordu. Seçimin ardından, Defne nüfusunun çoğunluğunun ezici bir çoğunlukla CHP’ye oy verdiği ortaya çıkmış ve ilçenin muhalefet partisinin kalesi olma statüsü pekişmişti. Buna rağmen, Adıgüzel ve Karakaya’ya (2017) göre CHP’nin 2014 belediye başkanlığı seçimlerindeki zaferine rağmen, 6360 sayılı Kanun’un uygulanmasının CHP ve MHP gibi siyasi paydaşlar üzerinde olumsuz etkileri olmuştur Yazarlar, 2014 yerel seçimleri sırasında 6360 sayılı Kanun’un Hatay’daki yansımalarını incelediklerinde, nüanslı bir seçim manzarası ortaya çıkarırlar. CHP’nin 5 bin oy gibi az bir farkla büyükşehir belediyesini kazanmasına rağmen, AKP 15 ilçe belediye başkanlığı yarışının 11'inden galip çıkmıştır CHP üç ilçede zafere ulaşırken, kalan bir ilçede de MHP kazanmıştı. Bu dağılım, 6360 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından Hatay'daki siyasi arenada ortaya çıkan karmaşık dinamikleri gözler önüne seriyor. Bu stratejik yeniden yapılandırma, iktidar partisinin yasanın uygulanmasından önce bazı bölgelerde zemin kaybetmesine rağmen iktidarda kalmasını sağlamıştı.
Duman’a (2020) göre, Defne ilçesinin kurulması, hem 2014 hem de 2019'da Antakya belediye başkanlığı seçimlerinde elde ettikleri zaferlerin de gösterdiği gibi, iktidar partisi için başarılı bir “paketleme stratejisi” işlevi görmüştür. Bu yıllardaki seçimlere ilişkin analizi, 6360 sayılı Kanun’un uygulanmasından önce iktidar partisinin Antakya ve İskenderun dışında düşük destekle mücadele ettiğini ortaya koyuyor. Ancak 6360 sayılı Kanun’la getirilen yeni büyükşehir yapılanması sayesinde Hatay’ın en büyük iki ilçesindeki belediye başkanlığı yarışlarında olası kayıpların önüne geçmeyi başarmışlardı. Antakya’nın yeniden yapılandırılması söz konusu olduğunda Duman, Antakya'da zafer kazanmak için Akdeniz, Armutlu, Elektrik ve Sümerler gibi merkez mahallelerin Defne’ye stratejik olarak yerleştirildiğini vurguluyor. Yeni büyükşehir belediyesi sisteminin uygulamaya konulması sadece siyasi dinamikleri yeniden düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda Hatay’ın haritasını da yeniden çizerek net ideolojik ve etnik-mezhepsel sınırlar belirlemişti. Sonuç olarak, Antakya’nın bir zamanlar barış içinde bir arada yaşamanın ve farklı bir nüfusun sembolü olan eski ilçe sınırları, Sünni ve Sünni olmayan topluluklar arasındaki ayrımı derinleştiren bir Sünnileştirme sürecinden geçmişti. Fakat bölgenin kimliğini yeniden tanımlamaya yönelik bu girişim, yerel anlatıların altta yatan etnik-dinsel ayrışmayı ve yeni haritanın beslediği siyasi kutuplaşmayı açığa çıkarmasıyla güçlü bir direnişle karşılaştı. Halk, seçimleri şehirleri üzerinde yeniden söz sahibi olmak, barış içinde bir arada yaşama haklarını savunmak ve Antakyalı kimliklerini korumak için bir fırsat olarak gördü. Can’ın (2020) gözlemlediği gibi, bölünme korkusu özellikle Defne sakinleri arasında stratejik oy verme davranışında kendini göstermişti.
CHP'nin Kampanyası: Hatay'a Sarıl ve Antakya İçin Geliyoruz (2019, Rafael)
2019’daki saha çalışmalarım sırasında, her iki partinin seçim retoriğini sarmalayan seçim kampanyalarının yüksek gerilimli atmosferini gözlemledim. CHP’nin sloganları çeşitliliği vurgularken ve Antakya’nın yeniden fethini vurgularken, AKP kampanyasını vatansever bir çaba olarak çerçeveledi. Sonuç olarak, Hatay, CHP ve AKP arasındaki bir mücadele alanı haline geldi ve AKP’nin bölme girişimleri kazara CHP’nin zaferine yol açtı. Çalışmamın katılımcıları, Lütfü Savaş’ın 2014 ve 2019 belediye başkanlığı seçimlerini kazanmasının, iktidar partisinin bölücü taktiklerinin seçmen nezdinde kötü şeylerin anımsatmasından kaynaklandığını vurguladı. Bu zafer, topluluğun şehir kimliğinin dokusunu bozmaya yönelik girişimleri reddettiğini ve birlik ve kapsayıcılığı vurguladığını gösteriyor. Katılımcıların birçoğu, CHP’den memnun olmamalarına rağmen, Antakya’nın hatırı için Belediye Başkanı Savaş’a oy verdiklerini ve onu siyasi karışıklıkların karşısında devam eden istikrar ve süreklilik simgesi olarak gördüklerini vurguladılar. Ancak, benimle etkileşime geçen birçok yerli, ona şüpheyle yaklaştı ve EXPO 2021 gibi devam eden projelerinden ve Başkan Savaş’ın ve CHP üyelerinin kentsel yenileme girişimlerinin yüzey altındaki neoliberal politikaların etkilerini ele alış biçimlerinden pek memnun değillerdi (bkz. Coelho, 2021; Lewis & Coelho, 2024).
Sonuç: Kültürel Miras, Siyasi Değişimler ve Yeniden Tasavvur Etmek
Sonuç olarak, Defne’nin hikayesi, özellikle kentin yakın tarihini anlamanın doğuracağı sonuçları konusunda önemli bir hatırlatıcı işlevi görüyor. Özellikle de bölgede gerçekleşen kentsel ve siyasi değişikliklerle etno-sekteryan ayrılıkların yeniden üretilmesine olan etkileri açısından Defne’nin hikayesinin incelenmesi, sadece yeni 6306 sayılı Kanun’un etkilerini anlamamıza yol açmaz, aynı zamanda Antakya/Hatay’ın nasıl yeniden inşa edileceği, temsil edileceği ve hayal edileceği konusundaki devlet söylemlerindeki riskleri de ortaya koyar. Özellikle, bu inceleme, 7033 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ve 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamı gelecekteki çalışmalar için temel oluştururken, yerleşik etnik-dinsel kentsel sınırları erozyona uğratabilecek olan ve böylece Antakya’nın kimliği ve kültürünün uyumlu bir şekilde bir arada var olmasını tehdit edebilecek olan risklere ışık tutar. Defne’nin hikayesini yeniden ziyaret etmek ayrıca, depremden sonra yaşanan sistemik ihmalin nedenlerini de açıklığa kavuşturarak, Antakya hakkındaki resmi anlatılar ile oranın sakinlerinin kolektif tasavvuru arasındaki çarpıcı farkları vurgular.
Maalesef, bu çalışmanın katılımcılarından birçoğu evlerini, aile üyelerini, hayat dostlarını ve en sevdikleri şehirlerini kaybetti. Bu gerçeklik, yerel halkın günlük hatıralarını arşivlemeyi ve bir zamanlar birlikte yaşamanın kültürel dokusunu ve Antakya’nın kimliğinin özünü koruyan sembolik sınırları korumayı amaçlayan projelerin aciliyetini vurguluyor. Hatay’ın dijital bir arşivi olan Beledna gibi girişimler, bu koruma çabasında önemli bir rol oynuyor Burada şehirle ilgili anıların paylaşıldığı, korunduğu ve kullanıldığı arşivler olarak hizmet veriyor, böylece birlikte yaşama kültürünü besleyen sembolik sınırları ve Antakya'nın benzersiz kimliğini korumaya yardımcı oluyor. Özellikle, bu çabamız Antakyalıların şehirlerini geri alma ve yeniden tasavvur etme haklarını korumaya yardım ediyor. Yeniden inşanın karmaşıklıklarını çözerken, şehrin geçmişinin, bugününün ve geleceğinin birbirine bağlı kalmasını sağlamak için süreçlere eleştirel bir şekilde katılmamız gerekli, bu da çeşitli kültürel mirasının silinmesine karşı korunmasını ve kapsayıcılık ve birlik üzerine inşa edilmiş bir geleceğin teşvik edilmesini sağlıyor.
Nitekim, Antakya’nın kültürel mirasını ve kimliğini koruma çabamızda, kentin yeniden inşasını kendi ajandaları için kullanabilecek siyasi partilerin ve çıkar gruplarının etkisine karşı dirençli kalmak son derece önemli. Defne’nin hikayesi, siyasi amaçların kentsel gelişme ve yeniden inşa çabalarının seyrini belirlemesine izin vermenin taşıdığı riskler konusunda dokunaklı bir hatırlatıcı. Defne sakinlerinin depremden sonra sistematik ihmalle karşılaştığı gibi, Antakya’da da benzer haksızlıkların yaşanma potansiyelini görmeliyiz. 2024 yerel seçimlerinin önümüze geldiği bu dönemde, Lütfü Savaş gibi önceki adayların yeniden ortaya çıktığı, siyasi figürlerin ve partilerin ajandalarını titizlikle incelemek, toplumun çıkarlarının kişisel kazanç veya siyasi amaçların üzerine öncelikli tutulduğundan emin olmak çok daha önemli.
6 Şubat depremleri sonrasında bölgenin siyasal gelişmelerine baktığımız zaman, bölgede yaşayan Arap Alevi ve Arap Hıristiyan toplulukları başta olmak üzere toplumun içerisinde muhalefet partisinden de göze çarpar biçimde kopuşların yaşandığı görülüyor. 14 Mayıs 2023 seçimlerinin sonuçları da bunun en açık örneklerinden. Maalesef ki, muhalefet kanadından gerek Savaş’ın tekrar aday gösterilmesi gerek sol yönelimli olan partilerin halkın karşısına neoliberal politikaların dışında siyaset yapacak adayı çıkartamaması Antakyalıların yalnız bırakılmasına sebebiyet verdi, verecek. Deprem sonrası 6306 sayılı Kanun, Kamulaştırılma Kanunu, Orman ve Mera Kanunları gibi yasalarda yapılan değişikler ardından yaşanan süreç, Antakyalıların mülksüzleştirilmesi ve göç ettirilmesi gibi etno-mezhepsel politikaların hayata geçmesini sağlamışken, böylesi hatalı politik hamlelerin yapılması veya yapılamaması oldukça üzücü. Bu da Antakyalıların tüm asimilasyon politikalarına karşı Türkiye’de gittikçe yükselmekte olan mezhepsel politikalarına karşı kendi otokton kimliklerini korumak için verdikleri mücadeleleri açısından zedeleyici oluyor. Deprem süreci ve günümüzde yaşanan yerel seçim sonrası yaşanacak süreç, Antakya ve Defne’nin ayrılmasına sebep olan 6360 sayılı Kanun’un işlevini oldukça hızlandıracak. Zaten halihazırda işlevini sürdüren kanun, deprem sonrası iktidar kanadınca fırsata çevrilen durumları pekiştirecek, kimi etno-sekteryan politikaları derinleştirecek.
Not: Etik ve mahremiyet nedeniyle, bu makalede görüşülen kişilerin kimliklerinin yanı sıra taranan resimde tasvir edilen öznenin gizliliğini ve güvenliğini korumak için takma adlar kullanıldı. Hatay Belediyesi’nin Eski ve Yeni İl Sınırları Haritası yazar tarafından çizilmiştir.
Kaynaklar
Adıgüzel, Ş. (2012). 6360 Sayılı Yasa’nın Türkiye’nin yerel yönetim dizgesi üzerine etkileri: Eleştirel bir değerlendirme. Toplum Ve Demokrasi Dergisi, 6(13), 153–176.
Adıgüzel, Ş., & Karakaya, S. (2017). Yerel siyasete etkileri açısından 6360 sayılı yasa: Hatay örneği. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(39), 31–56.
Can, S. (2020). Spatialization of ethno-religious and political boundaries at the Turkish-Syrian border. In Syria: Borders, boundaries, and the state (pp. 127–149). Palgrave Macmillan.
Coelho, J. R. M. (2021). Contested Landscapes of Belonging at the Turkish-Syrian Border: The (Re)making of Antakya and Defne [MA Thesis]. Boğaziçi University.
Duman, L. (2020). Seçimlerde sınırlar: “Başarılı” bir stratejik taksimat örneği olarak Defne İlçesi’nin kurulması. MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(4), 2611–2626.
İzci, F., & Turan, M. (2013). Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360 sayılı Yasa ile Büyükşehir Belediyesi sisteminde meydana gelen değişimler: Van örneği. Suleyman Demirel University Journal of Faculty of Economics & Administrative Sciences, 18(1), 117–152.
Karakaya, K. (2012). Büyükşehir belediyelerinin yapısı ve yeniden düzenlenmesi [MA thesis]. Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Lewis, P. C., & Coelho, J. R. M. (2023). Mesopotamia and the Garden of Civilizations: Public life and the politics of solidarity and difference along Turkey’s Syrian border. Conflict and Society, 1((aop)), 1–28.
Uşenmez, O., & Duman, L. (2015). Identity problems in Turkey: Alevis and AKP. Alternatif Politika, 7(3).