Foto: Milliyet Gazetesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 25 Ekim 2021 tarihli kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, toplantıda azınlık vakıflarının seçim yönetmeliğinin de gündeme geldiğini belirtti. Bu konuda yakın zamanda bir mevzuat düzenlemesi yapılacağının sinyalini vermesinin ardından, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, azınlık vakıfları seçim yönetmeliğinin önümüzdeki yılın Nisan ayı sonuna kadar hazır olacağını söyledi. Bunun üzerine biz de cemaat vakıflarının uzun süredir devam eden seçim yapamama sorununun nelere yol açtığını ve yeni bir yönetmelikten ne beklediğimizi bir kez daha gündeme getirmek istedik
Ne olmuştu ve ne yapılabilirdi?
Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), Ocak 2013’te yürürlükteki cemaat vakıfları seçim yönetmeliğini yenisini hazırlamak üzere iptal etti ve aradan geçen 8 yılı aşkın süreye rağmen bu vaat yerine getirilmedi. Bu nedenle, söz konusu tarihten itibaren cemaat vakıfları seçimleri yapılamıyor. Tüm ülkede olduğu gibi bölgemizdeki cemaat vakıfları yönetim seçimleri de son olarak 2011 ve 2012 yılında yapılmıştı. Bu seçimler neticesinde vakıf yöneticisi olarak seçilen yöneticiler, bu süre zarfında aralıksız olarak vakıfları yönetmeye devam ediyorlar. Aslına bakarsanız, birçok vakıf yöneticisinin de bu durumdan rahatsız olduğunu söyleyebiliriz. Ancak vakıflarımızın büyük çoğunluğu, her konuda olduğu gibi bu konuda da hukuki bir girişimde bulunmaktan kaçındı ve sorunun çözümü için VGM ve siyasi iktidar nezdinde yapılan girişimler bugüne kadar sonuçsuz kaldı. Halbuki Anayasa ve Vakıflar Kanunu gereğince bir hak olan vakıflarda seçim yapılmasının, söz konusu yönetmeliğin aradan geçen sürede düzenlenmemesi sebebiyle engellenmesi,elbette ki, iktidarın bu yükümlülüğünü ihlal ettiği anlamına geliyor.
Aslında, iktidarın üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmemesi, bir topluluğun anayasal ve yasal hakkını kullanmasına engel teşkil etmiyordu. Yani, vakıflarımızın seçim yapmasında hukuki bir engel mevcut değildi. Bu doğrultuda, tüm cemaat vakıfları, ortak bir karar alarak, seçim yapma iradelerini ortaya koyabilir ve ilgili kuruluşlara başvuruda bulunabilirdi. Elbette ki, bu taleplerin reddedilmesi ve buna karşı yapılan hukuki girişimlerin sonuçsuz kalması da muhtemeldi. Ancak, bu toplu irade beyanları, öncelikle bu meselenin temel bir hak olduğunu vurgulayabilirdi, zira sorun siyasi zeminden hukuki zemine taşınmış olurdu. Ve tabii ki, konu bir şekilde gündemde tutulmaya devam edilirdi. Fakat bu yöntem tercih edilmedi ve vakıflar sorunun kapalı kapılar ardında, kişisel ilişkilerle ve iktidarın inisiyatifiyle çözülmesini beklemeyi tercih etti.
Seçimlerin yapılamamasının neticeleri
İktidar tarafından seçim yapması bir şekilde engellenen vakıf yönetimlerinin bir kısmı yaklaşık 10 yıldır, bir kısmı ise daha uzun süredir değişmedi. Aradan geçen bu sürede, zaten genel olarak belirli bir yaşın üzerinde kişilerden oluşan vakıf yönetimleri daha da yaşlandı. Bu süreçte yönetimler yoruldu ve yıprandı. Bir kısmında bıkkınlık mevcut. Öyle ki, sadece dört yıl için bu göreve gelen bir kısım yöneticiler kerhen görevlerine devam etmek zorunda bırakılıyor. Bu durum da görevlerini layıkıyla yapmalarına engel olabiliyor.
Seçimlerin yapılamaması ve yöneticilerin uzun süredir değişmemiş olması sebebiyle vakıflardaki şeffaflık ve toplumun denetim gücü de azalmış durumda. Vakıflardaki seçimler sadece yeni bir yönetimin seçilmesi anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, önceki yönetimin icraatlarının da bir şekilde değerlendirilmesi anlamı da taşıyor. Bu nedenle, bu mekanizmanın çalışmaması aslında vakıfların iyi yönetilip yönetilmediği konusunda değerlendirme yapmamıza da engel oluyor.
Bununla birlikte, yöneticilerin isimlerinin vakıfların önüne geçmesi sebebiyle vakıfların kurumsal yapısı da zedelenme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Gerek kamu kurumları nezdinde, gerekse de diğer şahıslarla ilişkilerde kurumsallık yerine kişisel ilişkilerin öne çıkmasına sebep oluyor. Bu ilişki türü, gelecekte görevi devralacak kişileri zorlayacak bir durum olarak karşımıza çıkacak. Öyle ki, zaten vakıf yönetimlerinde yer almak için pek hevesli olmayan gençlerin bu görevlerden daha da uzak durmasına sebep olacak.
Sonuçta uzun süredir seçimlerin yapılamıyor oluşu, azınlık toplumlarındaki gençlerin katılımcılığını da etkiliyor. Şöyle düşünelim: Vakıflardaki son seçimlerin yapıldığı 2012 yılında 17 yaşında olan bir kişi şu anda 26 yaşında ve henüz herhangi bir vakıf yönetimi seçimlerinde oy kullanmadı. Kimliğe ilişkin algıların oluştuğu ve şekillendiği dönemde, tek bir vakıf yönetimiyle büyüyen nesillerin maalesef ileride demokratik seçimlere ayak uydurması da zorlaşacak. Bir yandan, bu durum sorunlarımızın ülkedeki genel siyasetle ne kadar benzer olduğu da gözler önüne seriyor.
Yürürlükten kaldırılan yönetmeliğin kaldırılma gerekçesi, yeterince demokratik olmayışıydı. Düzenlenecek yeni yönetmeliğin bir öncekinden farklı olarak, idarenin seçimlere müdahalesini engelleyecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Kamu otoritesinin seçimlerin ne zaman ve ne şekilde yapılacağı, kimlerin seçime katılacağı, seçilen yöneticilerin mülki idare ya da bakanlık tarafından onaylanması gibi anti-demokratik uygulamalardan vazgeçilmesi gerekiyor. Bununla birlikte, seçim bölgesi ve seçmen sayısı gibi daha önce karşımıza sıklıkla çıkan sorunların belirli bir kritere göre belirlenmesi ve uygulamada çıkan sorunların giderilmesi lazım.
Tek sorun seçim değil
Gündemimizdeki güncel sorun vakıf seçimleri elbette ama tüm azınlık toplumları için temel sorun, aslında tüzel kişilik sorunu olduğunu da ifade etmek gerek. Azınlık toplumlarının aslında tüzel kişiliği yok ve vakıf dediğimiz kurumlar, aslında hukuken sadece ‘hayır işi’ yapmak için kurulan tüzel kişilikler. Azınlık toplumlarını vakıflar üzerinden tanımak ve bu yolla temsiliyetlerini sağlamak, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana uygulanan bir devlet politikası. Buradaki amaç, mümkün olduğunca azınlık toplumlarını muhatap almamak ve hak arayışıyla ilgili hukuki yolları tıkamaktı. Bu durum, evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık belgesi olarak tanımladığı Lozan Antlaşması’yla da bağdaşmıyor. Tüzel kişilik sorunun çözümü, her bir azınlık toplumunun ayrı ayrı tüzel kişi olarak tanımlandığı bir yasa düzenlemesi yapmaktan ve bu toplumların tüm haklarını yasayla güvence altına almaktan geçiyor.
Bununla birlikte, azınlık vakıfları konusunda toplumların kendisinden kaynaklanan sorunlar da mevcut. Bunların başında, vakıfları kendi malları gibi gören, koltuktan kalkmamak için çeşitli ilişkiler kuran, bu ilişkiler sayesinde vakıfları yöneten, kurumsallaşmanın önünü tıkayan, şeffaf bir şekilde topluma bilgi ve hesap vermeyen bir anlayışın hâkim olması geliyor. Ayrıca, vakıf yöneticiliği için “erkek ve tecrübeli”olmanın sanki bir kritermiş gibi algılanması da çok büyük bir problem olarak karşımızda duruyor. Belki de vakıf yönetimleri için genç ve/veya kadın kotası getirmek ve vakıfların dinamik ve şeffaf bir yapıya dönüşmelerini sağlamak gerekiyor.
Sonuçta, vakıflardaki seçim sorunu, aslında temel sorunlardan ve ülkemizdeki siyasi konjonktürden bağımsız değil. Bu sorunların çözümü için elbette öncelikle ülkenin demokratikleşmesi gerekiyor. Bize düşen ise vakıf yönetimleri konusunda toplum içindeki katılımcılığı teşvik edecek adımlar atmak.