Sana bir mektup yazacağım aklımın ucundan geçmezdi. Seni sevdiklerimle birlikte kaybedeceğimi hiç düşünmezdim. Ben nereye gidersem gideyim seni de yanımda götürürdüm. Ben neredeysem sen de oradaydın. Ben sendim, sen de ben. Senin binlerce hikayen vardı, ben onlardan sadece biriydim. Eski hikayelerin içinde kaybolurdum. Hep döneceğimi bilerek uzun yolculuklara çıkardım. Bazen 3 ay, bazen 6 ay, bazen 1 yıl. Ama hep döndüm sana. Senden uzak olduğum zamanlarda varlığın içimi ısıtırdı.“Antakya hep orada, sevdiklerim, evim orada” derdim. Seni özlediğimde bir sokağını hayal ederdim. Bir bayram sofrası kurardım kafamda. Hep aynıydın ki sen. Her günün aynıydı. Bu yüzden sıkılırdım senden. Ara vermek isterdim. Hayatımda ilk defa senden uzakken sıcaklığını hissetmiyorum Antakya. Kalbimin sen olan köşesi buz gibi. Çünkü sen yoksun artık. Sana 6 Şubat’a kadar hep aşkla seslendim ama artık acı ve öfkeyle sesleniyorum. “Ey Antakya” derdim artık “Ah Antakya” diyorum. Ah Antakya ah… Bizi bırakmak istedin belki ama giderken sevdiklerimizi de aldın yanına. Önceden “Ey Antakya, senin ruhunu katlettiler” diyip kızardım. Şimdi “Ah Antakya, ruhumuzu katlettin” diyebiliyorum sadece. Geçtiğimiz Temmuz her zamanki gibi sana döndüm. Çok kalmayacağımı, ilk fırsatta gideceğimi söyledim. Günler, aylar geçti. Beni tüketene kadar kaldım sende. Senden gitmek istedim ama böyle değil. Büyük bir parçamdın. Sadece biraz uzaklaşmak istedim. Beni ben yapanlardandın. Anneannem seni terk edemeyişlerim hakkında “hayırlısı şekerim” derdi. Meğer öyleymiş. Beni tutabildiğin kadar tutmuşsun içinde. Biliyordun belki de, seni ve sevdiklerimi uzun zaman görmeden böyle bir şey yaşasaydım çok daha kötü olurdum. Şubat ayı geldi, bir iş için çıktım gittim. Bu sefer sen beni bıraktın. Olabilecek en kötü şekilde. Meğer seni son görüşümmüş. “Beni ve sevdiklerini görebildiğin kadar gör” demişsin. Çıktığım her macerada “En kötü Antakya’ya dönerim” dedim. İşler yolunda gitmediğinde beni her zaman aynı samimiyetle karşıladığın ve kabul ettiğin için minnettarım. Ne kadar değişirsen değiş, sen bensin ve ben de sen. Ah güzel aynam. Ah paramparça aynam. Seni kalbimin en özel köşesine koymuştum, orada sakladım, ben büyürken orada sen de büyüdün. O köşede artık hiç kapanmayacak bir yara var ve her parçan sensiz geçen her gün daha derine saplanıyor. Ah defne kokulum. Ölü koktuğunu söylüyor bana. Sana bunu nasıl yakıştırayım? Ah küçük vatanım, ah dünyalara sığdıramayacak kadar sevdiğim. Bana varlığınla da yokluğunla da öğrettiğin onca değeri kazıdım zihnime. Senin olan her şey zihnimde, aktaracağım nesilden nesile.
Feyruz’un Beyrut’a söylediklerini sana söylüyorum. Vatanım, ey yitik zamanların altını. Vatanım, kasidelerin parıltılarından doğup çıkan. Kapında bir şiirim ben, inatçı rüzgarın yazdığı. Bir taşım ben, bir menekşeyim, ey vatanım. Senin toprağının ağacı benim ailemin elleriyle dikildi. Ve sınırlarımızın taşı atalarımın yüzleriyle imar edildi. 100 sene, 1000 sene, dünyanın başlangıcından beri sende yaşadılar. Vatanım, senin ve aşkın üzerine yemin ederim. Bana neler oluyor? Ben büyüyorum ve ben büyüdükçe kalbimde de sen büyüyorsun. Geliyor içinde güneşin sakladığı gelecek günler. Sen güçlüsün, zenginsin… Dünya sensin, ey vatanım.
Senden sağ kurtulan bir arkadaşımdan bir defne dalı istedim. Senden kalanlara sımsıkı sarılıyorum, ilaç gibi geliyor yokluğunda. O defne dalını geri uzatıyorum sana, bırakmayacağım seni, ama bir umut ver bana. Bu mektubu yazarken gözlerim çeşme gibi akıyor. İyi ki vardın. İyi ki sende doğdum, büyüdüm. Keşke daha fazla zamanımız olsaydı. Birlikte yazdığımız hikaye yarım kaldı. Sana ve kaybettiklerime borçlu hissediyorum ve huzurunda yemin ediyorum. Küllerinden doğacaksın ve sana geri döneceğim. Seni tekrar kurmak için elimden geleni yapacağım. Sen bensin, ben de sen.
6 Şubat’ta kaybettiğim anneanneme, halama, arkadaşlarıma, ailelerine ve canımız, ruhumuz, toprağımız Antakya’ya…
Sana böyle baktım St. Pierre! Arkamda “Orta Doğu’da Barış” yazıyordu. Bizde ne barış kaldı ne huzur. Galiba bize bir tek sen kaldın. Tepeden Antakya’yı izliyorsun hala. Sen de kahroluyorsun binlerce yıl göz kulak olduğun şehrin haline.
Seni bir Noel gecesinde sen başındaki haçla Saray Caddesi’ni aydınlatırken böyle çekmiştim. (Antakya Protestan Kilisesi)
“Etrafımdaki evler kafeye çevrilmiş olabilir ama ben hala buradayım diyordun” burada. (Antakya Rum Ortodoks Kilisesi)