Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Kadınlar Kolu ve Nehna, 6 Mayıs’ta İstanbul’da ve 10 Haziran’da Ankara’da depremden etkilenen öğrenciler yararına iki kermes düzenledi. Bu iki etkinlikte de yolum, Kilise’nin Kadınlar Koluna senelerini vermiş Meri Hüseyinoğlu’yla kesişti. Kendisiyle kilisenin Kadınlar Kolu’nun yürüttüğü faaliyetler ve yaklaşan Paskalya Bayramı üzerine konuştum.
Röportaj: Ümit Yıldız
Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Kadınlar Kolu’nun hikayesi nasıl başladı?
Ben liseyi Antakya’da bitirdim. Üniversite’yi ise Ankara’da okudum. Ankara Üniversitesi Matematik Bölümü mezunuyum. Okulda kalma gibi bir durumum varken bile, Antakya’yı düşünerek, hızlıca geri döndüm. 32 sene devlet okulunda öğretmenlik yaptım. Pandemiyle beraber emekli oldum. Antakya’ya döner dönmez, yani 98’den beri, kilisenin bir parçası oldum. Başta yönetim kurulunda çalıştım. “Bir kadınlar kolu kuralım”, dediler bana. Kabul ettim tabii. Önemli olan hizmet etmekti, bir şeyler paylaşabilmekti. Kadınlar Kolu’nda yedi kişiydik. Bir arkadaşımızı depremde kaybettik. Biliyorsunuz, onun için de kermes yapmıştık İstanbul’da…
Depremde kaybettiğimiz ve anısına İstanbul kermesimizi düzenlediğimiz Antakya Kilisesi Kadınlar Kolu'ndan Mari Sautoğlu
Evet, ben de kermesteydim. Peki, Kadınlar Kolu’nun faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?
Bizim Antakya’da fakir insan yoktur. Kilise herkese elinden geldiğince yardımda bulunur. Bir eliniz, öbür elinizin kime ne verdiğini bilmez. Öyle güzel bir yardımlaşmamız vardı ki... Biz Kadınlar Kolu olarak, topladığımız burslarla, çocukların bayramlara kıyafetler alırdık. Bazı kadınlara da yardımcı olmaya çalışırdık.
Bizim, biliyorsunuz, iki büyük bayramımız var; Noel ve Paskalya. İki bayram için de kermesler düzenleriz. Noel’de ve Paskalya’da yaptığımız kermesler, İstanbul ve Ankara’da yaptığımız gibi değildir. Noel’deki kermeste Noel babalar, çam eşyaları, masa örtüler gibi eşyalar satarız. Paskalya’da ise küçük tavşanlar, civcivler, yumurtalar satarız. Ortalığı süsleyecek tabaklar vs. Bizim kilisede mutfağımızda çalışan iki tane kız kardeşimiz var. Onlar reçel, likör falan yaparsa onların yaptıklarını da koyarız.
Noel Kermesi’ni 6 Aralık’ta yaparız. Beraberinde, Paskalya Dönemi’nde, Şanini yani Dallar Bayram’ında da bir kermes organize ederiz. Dallar Bayramı’nda Hz. İsa’nın Kudüs’e girişi kutlanır. İsa Mesih Yeruşalim’e girerken zeytin dallarıyla karşılanmıştır. O yüzden o gün kilise zeytin dallarıyla süslenir. Bu, Diriliş’ten (Paskalya’dan) önceki Pazar’dır. Bir de bu Paskalya döneminde her hafta bir bayram vardır bizde. Kadınlar Kolu her hafta bir iki çeşit pasta yapar. İnsanlara kiliseden çıkarken onu ikram ederler. Bir de bağışlar gelir.
Paskalya öncesi perhize girdiğimizde, her Çarşamba, yemek organize ederiz. Nasıl ederiz? Öncelikle Kilise’den, Kadınlar Kolu’ndan hiçbir para çıkmaz. Belirli kişiler dörder, beşer toplanırlar; yüz kişiye yetecek yemek hazırlarlar. Mutfağımız buna çok uygundu, 600 kişiye yemek yedirebilecek kapasitedeydi. Tabağımızdan çatalımıza, kasemize her şeyimiz vardı. Çarşamba yemekleri dörder beşer gruplar halinde yapılır, gelen insanlardan da belirli bir para istenmezdi. Diyelim, Ümit’in hiç parası yok, gelir, elini kolunu sallayarak yemek yer; ama Meri’nin çok parası var, Meri oraya istediği parayı atar… Kapıda bir bağış kutusu tutardık. Bizim kilisemiz o zamanlar çok bereketliydi… Dışarıdan gelen, cemaat üyelerinden gelen bağışlarla biz her sene en az dört beş tane çocuk okuturduk. İhtiyacı olan tüm çocukların kıyafet masrafını bu kermes ve Çarşamba yemeklerinden çıkarırdık. Geçen sene Antakya’da depremden dolayı böyle bir organizasyonumuz olmadı ama İstanbul ve Ankara’da kermesler düzenlendi.
Evet, biraz da o kermeslerden bahsedelim isterim. Kermesler Antakya’da yapılmasa bile, ilgi epey yoğundu.
Özellikle İstanbul çok çok harikaydı. Ankara da öyleydi. İnsanlar birbirini çok özlemişti. Biz orada birbirimizi bulduk. Biraz iyileştik. Biraz kendimize geldik. Benim için en önemli mesele de çocukların bursuydu. Depremden sonra havada kalmış bir konuydu. Ne yaparız, ne ederiz, diye düşünürken bir anda siz (Nehna), derler ya Hızır gibi yetiştiniz. Yaptığımız kermesle geçen sene biz yirmişer çocuğa iki defa burs dağıttık. Zaten daha önce burs verdiklerimizin çoğu, maddi durumları kötü olan çocuklardı. Onlara başka kişiler de eklendi. Depremde annesi babası kaybetmiş, kardeşine kendi bakan çocuklar… Çok zor. Allah yardımcıları olsun. Ankara kermesi, İstanbul’a göre daha sönük geçti. Ama orada da çok güzel bir organizasyon oldu. İnsanlar birbirini buldu.
Dikkat ettiyseniz, kermeslerde sadece Hıristiyanlar, Ortodokslar yoktu; Alevisi de geldi sarıldı, Sünnisi de, Yahudisi de. Biz Antakya’da böyleyiz zaten. Normalde böyle yaşayan insanlarız. Benim Antakya’da yolda halini hatırını sorduğum insan geldi, sardı beni, öptü, ağladı ağladı…
Bir daha Noel kermesi yapmayı düşündük ama olmadı. İnşallah bir kere daha bir kermes yaparız, diye umuyorum. Yapmak zorundayız çünkü 0 çocuklar var. O çocuklara gidecek para var. İnsanlar gerçekten çok zor durumda.
Nehna'nın Antakya Kilisesi Kadınlar Kolu ile Ankara'da düzenlediği kermesten bir kare
“Şu anda kilise gibi kullanabileceğimiz hiçbir yer yok, neredeyse”
Antakya’da maalesef kilise yıkıldı ve cemaatten birçok kişi artık merkezde yaşamıyor. Deprem şartlarında bayramlar nasıl kutlanıyor?
Geçen Paskalya’da da Mersin’e gittik. Patrik gelmişti. Biliyorsunuz, Antakya Patriği Şam’dadır. Patrik, ertesi sabah Antakya Kilisesi’nde ayin yapacağını söyledi. Çocukların işi olmasına rağmen gittik. O taşların üstünde ayin yapmak bile, ayrı bir güzeldi. Yalnız değildik. Bütün Antakya oradaydı. Antakya’ya gidebilen Hristiyanlar o gün çok azdı. Ama bütün Antakya oradaydı. Daha sonra Noel’de de ayin yapıldı. 6 Şubat’ta da biliyorsunuz, bir ayin yapıldı. Orada herkes vardı. Size anlatamam oradaki olayı. Sanki eskisi gibiydi. Çok güzeldi. Bazıları kızıyor, sanki taşın üstünde ne olacak… Orada olduğunuz zaman diyorsunuz ki, aman iyi ki gelmişim. İyi ki bu duyguyu tatmışım. Şimdi Paskalya geliyor. Paskalya’da, orada bir ayin olursa, inşallah yine gideceğiz.
Kapalı yer bulmak sıkıntı tabii. Arsuz’daki kilise yazın açıktı ama tadilata girdi. Lokantalar dışında büyük, geniş, kilise olarak kullanılabilecek yerler yok. Bir okulun spor salonu gibi… En fazla öyle yerler var. Orayı da bir kilise için tahsis edebileceklerini sanmıyorum. Şu anda kilise gibi kullanabileceğimiz hiçbir yer yok, neredeyse.
Peki, bu şartlarda kermes düzenleyebilecek misiniz?
Evet, yapacağız. Depremden sonra bir kısmımız mesela Arsuz’a yerleştik. Bir kısmımız Mersin’deyiz. Çok az kişi de Ankara ve İstanbul’da. Yani daha çok Mersin ve Arsuz’a yerleşmiş gibiyiz. Antakya’da da yirmi aile var oturan. İşlerinden dolayı oturan var. Beni her gören diyordu ki “Meri, ne olur, bize bir yemek yap; beraber olalım.” Ben de bu Cuma günü, ayın 15’inde, oruçtan önce bir Merfeğ, bir yortu yemeği yapalım dedim. Yakamoz diye bir restoran var Arsuz’da. Orada bir yortu yemeği yapacağız. Bu paralı bir yemek. Biz burada lokantaya para ödeyeceğiz. İnsanlar da bize para ödeyecekler. Ondan sonra 22 Mart’ta başlayacak yemeklerimiz. İnşallah bir istek olursa, Cumaları devam edeceğiz.
İnsanlar çok istekli. Eğer olursa, Çarşamba yemeği yapmak yerine Cuma yemeği yapmayı düşünüyoruz. Çünkü İskenderun bize çok yakın, yarım saat. Onlar Çarşamba yemeği yapıyorlar. Bizden oraya da katılmak isteyenler olabilir. Biz kimseyi engellemek istemiyoruz. Onun için, bu sene Cuma yemeği yapacağız. İnşallah organize edebileceğiz. Belki çocukların gelecek seneki burslarını biraz toparlayabileceğiz, diye düşünüyorum.
Bu sene için böyle bir planımız, programımız var. İnşallah olacak. Şu anda insanlar beraber olmayı çok istiyorlar çünkü. Çok önemli onlar için. Özellikle bayram dönemlerinde daha da çok ihtiyaç duyuyorlar gibi geliyorlar bana.
Anlıyorum. Umarım bütün bu zorluklar, birlik beraberlik ruhuyla aşılabilir. Söyleşimizin sonuna gelirken, eklemek istediğiniz başla bir şey var mıdır?
Nehna iyi ki var. Ben sizlerin çoğunu Nehna’yla tanıdım. Antakya’yı tanıtmaya çalışmak, oranın gelenek göreneklerini devam ettirmeye çalışmak çok harika. Söyleşi teklifini hemen kabul ettim çünkü ben bunları anlattıkça, Ümit bunları yazdıkça, bir iki kişi daha okuyacak, bir iki kişi Antakya’yı daha da iyi tanıyacak. Tek isteğimiz, eski Antakyamıza geri dönmek. Bir gün döndüğümüzde “Bunlar da kim?” diyeceğimiz insanlar görmemek. Eski Antakya’ya dönmek. Bu, böyle bir aidiyet duygusu ve ben kendimi oraya ait hissediyorum.