top of page
  • Levent Duman

Antakya’dan Vazgeçmemek: Çok Kültürlülüğün Yeniden İnşası

Güncelleme tarihi: 31 Eki 2023


Binlerce yıllık geçmişinde bir cazibe merkezi olma özelliğini hiç yitirmeyen Antakya farklı kültürel, etnik, dini özelliklere sahip çok sayıda topluluğa ev sahipliği yapmış, onları beslemiş ve onların çeşitliliğinden beslenerek günümüze gelmiştir.[1] Antakya’yı Antakya yapan unsurlar o kadar fazla ki… Kimine göre Antakya leziz mezelerin ve yemeklerin diyarı, kimine göre “Hıristiyan” kelimesinin ilk defa verildiği St. Pierre Kilisesi’nin bulunduğu, Anadolu’nun ilk camisi Habib-i Neccar Camisi’nin ev sahibi olan, aynı sokakta cami, kilise ve havranın bulunduğu, sayısını kestirmenin zor olduğu çok sayıda türbeye ev sahipliği yapan kadim bir kent Antakya. Kimine göre binlerce yıllık höyükleri, Titus Tüneli’ni, St. Simon Manastırı’nı barındıran, her yerinden tarih fışkıran eşsiz bir coğrafya Antakya. Türkiye’nin son Ermeni Köyü’nün bulunduğu, narenciyenin, maydanozun, zahterin, kaliteli tütünün, eşsiz zeytinyağının, nar ekşisinin, tadına doyum olmayan yerel içkilerin memleketidir Antakya kimine göre. Şüphesiz ki, ister yemek, ister kilise/cami/havra/türbe, ister zengin tarihi eserler/yapılar/anıtlar, isterse yetiştirilen ürünler veya tarihi çarşılar olsun herkesin farklı bir Antakya algısı var. Ancak insan yapımı, insan eseri tüm bu sayılanlardan ve akla gelebilecek diğer unsurlardan bağımsız olarak, Antakya’yı Antakya yapan en önemli öge bölgede yaşayan insanlardır, bu insanların sahip oldukları farklı kültürlerdir, bu kültürlerin şehre kattıklarıdır.


Tarihsel süreç içerisinde her gelen medeniyetin, kiminin az, kiminin çok iz bıraktığı Antakya’da çok kültürlü yapı yeni etkileşime girilen toplulukların da katkılarıyla yeniden üretilmiş ve sonraki nesillere aktarılmıştır. Geçmişte ortaya çıkan savaşlar, depremler, kıtlıklar, salgın hastalıklar, siyasi değişiklikler Antakya üzerinde derin izler bırakmış, ancak farklılıkların yan yana olduğu yapı her seferinde yeniden üretilerek şehir tekrar ayağa kalkabilmiştir.

6 Şubat 2023’te yaşanan ve 11 ilde büyük yıkıma yol açan depremlerde en fazla hasarın oluştuğu ve en fazla can kaybının yaşandığı yer Antakya ve çevresi oldu. Tarihte depremlerle defalarca yerle bir olan Antakya’da 6 Şubat 2023 depremlerinde binlerce bina yıkılıp/kullanılmaz hale gelip on binlerce insan hayatını kaybederken, 20 Şubat 2023’te yaşanan Antakya merkezli deprem ilk depremleri atlatabilen binaların önemli kısmında ağır hasara yol açıp yeni can kayıplarına sebep oldu. Arka arkaya yaşanan depremler neticesinde özellikle Antakya şehir merkezi, Defne, Samandağ ve Kırıkhan ilçelerinde çok ağır hasarlar ortaya çıktı. Depremler neticesinde ortaya çıkan yıkımla birlikte Antakya şehir merkezi ve çevreleyen bölgede, yara almadan veya hafif yaralarla kurtulabilen yüzbinlerce insan evlerinden oldu, muazzam bir barınma sorunu ortaya çıktı.


Antakya’nın alışılagelmiş ılıman ikliminin aksine, ilk depremlerin yaşandığı günlerde hüküm süren şiddetli yağış ve aşırı soğuklar barınma ihtiyacının çok daha derinden hissedilmesine yol açtı. Kaçınılmaz olarak, yakınlarını, akrabalarını, dostlarını kaybeden, evlerinden işyerlerinden olan insanlar bölgeden ayrılmaya, Mersin ve Antalya başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli şehirlerine göç etmeye başladılar. Depremin yollarda oluşturduğu tahribata ilave olarak Antakya’da yaşayan insanların kitlesel olarak şehirden ayrılmaya çalışması neticesinde, deprem öncesi olağan şartlarda bile yetersiz durumdaki Antakya’yı diğer illere bağlayan yollar neredeyse tamamen kilitlendi. Olağan koşullarda araçla bir saat bile sürmeyen Antakya-İskenderun arasındaki mesafe 20 Şubat’ı takip eden günlerde 13-14 saatte alınabildi. Kitlesel göçler neticesinde, Antakya şehir merkezi başta olmak üzere bazı bölgeler neredeyse tamamen insandan arınmış yerlere dönüştü. Hayatın normal akışında şehrin her saat yaşayan, cıvıl cıvıl caddelerinde deprem sonrasındaki haftalarda, depremden günler sonra bölgeye ulaşan iş makineleri dışında hiçbir şeyin sesi duyulmaz hale geldi.

Bu satırlar yazıldığında depremin üzerinden aylar geçmişti. Bu süre zarfında Antakya şehir merkezi başta olmak üzere yörenin çeşitli kesimlerinde yürütülen çalışmalara rağmen enkaz kaldırma çalışmaları hala tamamlanabilmiş değil. İhale usulüyle gerçekleştirilen enkaz kaldırma işlemleri bölgede beraberinde yeni sorunlar ve yeni mağduriyetler ortaya çıkarırken pek çok konuda belirsizlikler devam ediyor. Hala yıkılan evlerin yerine yeni evlerin mi yapılacağı, konutu hasar alıp da yıkılmamış insanların durumunun ne olacağı netlik kazanmış değil. Bölgede yaşayan insanlar bu konularda yetkililerin, kimi zaman birbiriyle çelişen açıklamaları nedeniyle ne yapacaklarını bilemez duruma geldiler. Evlerini, iş yerlerini, yakınlarını kaybeden insanlar tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdi de belirsizliklerle de mücadele etmek durumunda. Deprem sonrasında şehri terk edenlerin de dönmesiyle birlikte Antakya’nın çeşitli yerlerinde kurulan geçici barınma yerleri ihtiyacı karşılamada son derece yetersiz kaldı. Depremin üzerinden zaman geçtikçe bölgede hayata tutunmaya çalışan insanların sorunları azalmak bir yana daha da artarken, maalesef bölgedeki insanların sorunları giderek hızlı bir şekilde sadece bölge insanlarının bir sorunu haline dönüştü. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere bölgede kamu kurum ihtiyacı had safhaya ulaşırken bu konularda yeterli adımlar atılabilmiş değil. Deprem neticesinde çok sayıda eğitim kurumu kullanılmaz hale gelirken, sağlam olan önemli sayıda okulun çeşitli kamu kurumlarının kullanımına sunulması bölgede zaten yetersiz olan okul sayısını muazzam bir soruna dönüştürdü. Ne zaman tamamlanacağı belirsiz olan enkaz kaldırma çalışmalarının devam ettiği bu süreçte, Antakya’nın geleceğine dair çok sayıda söylem ortaya atıldı, şehir merkezinin geleceğine dair bazı planlar geliştirilmeye başlandı. Şehir merkezinin neredeyse tamamen yok olduğu bir ortamda Antakya’nın yeniden inşası ve geleceğine dair hızlı kararların alındığı bir süreçten geçiliyor. Bu yazının amacı, yeni süreçte Antakya’nın ihtiyacının sadece konut ve iş yerlerinin inşa edilmesiyle sınırlı olmadığının, en az bunlar kadar önemli olan unsurun şehrin çok kültürlülüğünün yeniden hayat bulacağı fiziksel ve sosyal ortamların oluşturulması olduğunu vurgulamak.


Bir Homojenleştirme Süreci: Bir Zamanlar Antakya’dan Günümüz Antakya’sına

Antakya’nın farklı dinlerden, dillerden, etnik unsurlardan oluşan topluluklara sahip olması sıklıkla ön plana çıkarılan bir özelliği. Bu farklılıkların bulunması genellikle olumlu bir özellik olarak kabul görülüp söz konusu çeşitliliğin vurgulanması amacıyla son dönemlerde Hatay için “Medeniyetler Şehri” tanımlanması kullanılmaya başlandı ve bölgede farlılıklara dair hoşgörünün varlığı özellikle vurgulanır hale geldi.[2]


Antakya’nın dinsel, dilsel ve etnik çeşitliliğinin kökenleri binlerce yıl öncesine dayanmakla birlikte Şubat 2023 depremlerinden önceki nüfus yapısının özellikle son bir asır içinde yaşanan olaylardan etkilendiğini söylemek mümkün. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan toprak kayıpları kitlesel göçlere neden olurken devletin sınırları içerisinde kalan nüfusun yapısında önemli değişikliklere yol açmıştı. Bu dönemde, Balkanlar ve Kafkaslar başta olmak üzere imparatorluğun kaybettiği topraklarda yaşayan Müslüman topluluklar kitlesel olarak Anadolu’ya göç etmişti. Yaşanan göçlere ve arka arkaya gerçekleşen savaşlara rağmen Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Anadolu’da Müslüman olmayan önemli bir nüfus varlığını devam ettiriyordu.[3] Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasın ardından imzalanan Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan sözleşmelerden biri Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirilmesini öngörmekteydi. Buna göre Türkiye’de yaşayan Rum Ortodokslar Yunanistan’a, Yunanistan’da yaşayan Müslümanlar ise Türkiye’ye göç edecekti.[4]


Bilindiği üzere, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Fransız mandası altında bırakılan Suriye’nin bir parçası olarak değerlendirilen Antakya, Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesinden etkilenmemişti. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden Temmuz 1939’a kadar Fransız yönetimi altında olan ve bu dönemde İskenderun Sancağı olarak adlandırılan Antakya’yı içine alan bölgede farklı toplulukların varlığı devam etti. İskenderun Sancağı dönemine dair nüfus verileri tartışmalı olmakla birlikte, bu dönemdeki nüfus yapısına dair rakam belirtilen çalışmaların neredeyse tamamında bölgedeki nüfus yapısının çeşitliliği ön plana çıkar. Fransızların İskenderun Sancağı’nı yönetimleri altında bulundurdukları süre içerisinde nüfus dahil farklı alanlarda ayrıntılı kayıtların tutulduğu Fransız arşivleri en sağlıklı verileri barındırır. Fransız kayıtlarına göre, 1936 yılı itibariyle İskenderun Sancağı’nda 219.080 insan yaşıyor ve bunların 85 bin 242’sini Türkler (% 38.9), 62.026’sını Alevi Araplar (% 28.3), 24 bin 911’ini Ermeniler (% 11.4), 22 bin 461’ini Sünni Araplar (% 10.3), 18.051’ini Rum-Ortodoks Araplar ve Ermeniler dışındaki diğer Hıristiyanlar (% 8.2), 4 bin 831’ini Kürtler (% 2.21) ve geriye kalan 1.558’ini Çerkezler ve Yahudiler başta olmak üzere diğer topluluklara mensup kişiler (% 0.72) oluşturuyordu.[5] Bu rakamlardan açıkça görüldüğü üzere, İskenderun Sancağı döneminde yöre nüfusu içerisinde hiçbir topluluk çoğunluğu oluşturmamakta, farklı toplulukların oluşturduğu oldukça heterojen nüfus yapısı bariz biçimde ön plana çıkıyordu.


İskenderun Sancağı’ndaki nüfus yapısı bölgenin binlerce yıllık tarihinin bir unsuru olarak oluşmuştu. Birinci Dünya Savaşı ve takip eden Kurtuluş Savaşı Antakya yöresinin nüfus yapısını etkilemişse de, bölgenin farklı din, dil ve etnik özelliklere sahip toplulukları barındırma özelliği değişmemişti[6]. Son bir asırlık süreçte Antakya’nın nüfus yapısında en önemli değişiklik İskenderun Sancağı’nın Türkiye’ye katılması sürecinde yaşandı. Uluslararası gelişmelerin de etkisiyle 1936 yılının sonlarında başlayan olaylar neticesinde İskenderun Sancağı’nda topluluklar arası gerilim tırmanmış, şiddet olaylarının da yaşandığı bir süreç on binlerce insanın başka ülkelere göç etmesiyle sonuçlanmıştı. Bölgenin İskenderun Sancağı’ndan Hatay Devleti’ne ve akabinde Hatay vilayetine dönüştürüldüğü bu süreçte yaklaşık 50 bin kişinin başka ülkelere göç etti. O dönemki nüfus düşünüldüğünde, bu rakam bölgede yaşayan insanların yüzde 20’sinden fazlasının ayrılması anlamına gelir. Göç edenlerin etnik/kültürel özellikleri incelendiğinde Antakya yöresinde yaşayan topluluklar arasında orantısız bir dağılım olduğu bariz biçimde görülür. Nitekim, göç edenler arasında en büyük grubu Ermeniler oluşturmuş ve bu süreçte 22 bin civarında Ermeni bölgeden ayrılarak başka ülkelere göç etmişti. Bu süreçte en fazla göç veren diğer iki topluluk, 10 bin civarında kişinin göç ettiği Arap Aleviler ve yine 10 bin civarında göç veren Sünni Araplar olmuştu. Bunları dışında, bölgede varlığı yine binlerce yıl öncesine dayanan Hıristiyan Araplardan da 5 bin civarında kişi göç etti.[7]


Topluluklara dair yukarıda belirtilen 1936 nüfus verileri dikkate alındığında, bu süreçte yaşanan göçlerin bölgenin nüfus yapısına etkileri daha açık biçimde anlaşılır. Antakya yöresinden Türkiye’ye katılım sürecinde gerçekleşen bu göçlerden en fazla etkilenen topluluk olan Ermenilerin bölgedeki varlığı neredeyse tamamen sona erdi.[8] Ermenilerden sonra göçlerin bölgedeki topluluklar arasında en fazla etkilediği topluluk Hıristiyan Araplar oldu. Bu süreçte Hıristiyan Araplardan 5 bin civarında insanın göç ettiği çok sayıda çalışmada belirtilmekle birlikte,[9] bazı kaynaklarda bu topluluğa mensup göç edenlerin sayısı 11 bin 500 olarak verilir.[10] Hatta bazı kaynaklarda, bu süreçte Antakya yöresinde yaşayan Hıristiyan Arap nüfusunun yüzde 80 civarında azaldığı belirtilir.[11] Hangi rakam kabul edilirse edilsin, bir zamanlar bölge nüfusunun önemli bir kısmını Hıristiyan Araplar oluştururken günümüzde sayılarının çok azaldığı gerçeği değişmez. Hıristiyan Arapların başka ülkelere göçleri bölgenin Türkiye’ye katılması sürecini takip eden dönemde de devam etti. Türkiye’nin pek çok bölgesinden 1960’lar ve 1970’lerde Batı Avrupa ülkelerine gerçekleşen işçi göçü kapsamında Hatay’dan da göçler yaşandı ve çok sayıda Hıristiyan Arap bu dönemde Batı Avrupa’ya göç etti.[12] Günümüzde Hıristiyan Arap nüfusunun toplu olarak yaşadığı Altınözü’nde bulunan Sarılar mahallesi ve Tokaçlı (köyü) mahallesinde yapılan saha çalışmalarında, iş göçü kapsamında çok sayıda gencin Batı Avrupa’ya göç ettiği bilgisi aktarılır.[13] Göç eden bu kişilerin zamanla ailelerini de yanlarına aldıkları ve bu durumun Sarılar ve Tokaçlı’daki Hıristiyan Arap nüfusunda önemli bir azalmaya sebep olduğu yapılan görüşmelerde dile getirilir.


İskenderun Sancağı’nın Türkiye’ye katılması sürecinde yaşananlar ve takip eden süreçteki nüfus hareketleri neticesinde 6 Şubat 2023 depremleri yaşandığında Antakya yöresinde yaşayan Hıristiyan Arap ve Ermeni sayısı sembolik seviyelere gerilemişti. Nitekim, Mersin ve Hatay’da depremler öncesinde yaşayan Hıristiyan Araplarının toplam nüfusunun on bin civarında olduğu tahmin edilirken,[14] Ermenilerin bölgedeki varlığının sadece Vakıflı köyüyle sınırlı kaldığı ve toplamda 150’nin altına gerilediği belirtiliyordu.[15] Antakya’ya varlıklarıyla kültürel zenginlik katan Yahudilerin ise Antakya’daki varlığı 2015 yılı itibariyle 17 kişiden oluşuyordu.[16]


Nasıl bir “Medeniyet Şehri”?

6 Şubat 2023 depremleri öncesinde Antakya’nın ve daha genel olarak Hatay’ın bir “medeniyetler şehri” olduğu sürekli tekrarlanıp şehrin ulusal ve uluslararası düzeyde bir cazibe merkezi haline gelmesi sağlanmaya çalışılmıştı. Şunu belirtmek gerekir ki, Antakya tarihsel süreçte her daim bir cazibe merkezi olma özelliğini sürdürmüştü. O nedenle günümüzde Antakya’ya dair farkındalığın arttırılmasını sağlamak için “medeniyetler şehri” gibi bir söylemin yaygınlaştırılmaya çalışması yerine tarihsel süreçte her daim bölgenin ayrılmaz bir unsuru olan çok kültürlülüğün içinde bulunulan süreçte de devamlılığının sağlanmaya çalışılması çok daha yararlı olur.


Yakın dönemde Antakya’yla ilgili yaşanan tartışmalarda biri ‘Antakya’ adının kullanımına dair olmuştur. 2000’li yılların başından itibaren, resmi iş ve işlemlerde Antakya adının kullanımının kademeli olarak azaltılması yönünde bir süreç ortaya çıkmıştı. 2007 öncesinde, Antakya ilçesinde doğan kişilerin doğum yerleri kimlik kartlarında “merkez ilçe Antakya” olarak yazılıyordu. 11 Nisan 2000’de İçişleri Bakanlığı’nın gönderdiği yazıyla ‘Antakya’ adının kullanımı sona erdirilmiş, nüfus kartlarında sadece ‘merkez’ ibaresine yer verilmişti. Bölgede faaliyet gösteren meslek kuruluşları, dini toplulukların liderleri, Antakya konusunda çalışmalar yapan tarihçilerin Antakya adının yeniden kullanılması konusunda yaptıkları çağrılar günümüze kadar karşılık bulmamıştı.[17] Antakya adının kaldırılmasının bölgede on yıllardır bilinçli olarak uygulanan asimilasyon politikalarının bir uzantısı olduğu yönünde görüşler bölgede yaşayan kişiler tarafından dile getirilmişti. Nitekim Antakya adının kaldırılması, nüfus kartlarındaki Antakya ibaresinin kaldırılmasıyla sınırlı kalmamış, şehrin tek yeşil alanı konumunda olan “Antakya Belediye Parkı”nın adı da “Atatürk Parkı” olarak değiştirilmiş, trafik levhalarında Antakya ibarelerini kaldırılarak “Hatay Merkez” ibarelerine yer verilmiştir. Antakya isminin kullanılmaması konusunda görüşlerini aktaran yöre insanlarının da belirttiği gibi, esasında Antakya adı çok kültürlülükle özdeşleştirir. Duyarlı bir Antakyalının sözleriyle, “Antakya’nın tarihi ile Hatay’ın tarihi bir değil. Antakya bir kültürün, bir tarihin adıdır. Hatay ise sadece bir il”.[18] Dolayısıyla Antakya adının kullanılmaması, Hatay adının onun yerine ikame edilmeye çalışılması bölgenin etnik, kültürel zenginliğinin en önemli simgesi konumundaki adının unutulması ve bölgenin sıradanlaştırılmasına yol açar.[19]


Antakya adının kullanılmaması yönündeki resmi düzenlemelerin yanı sıra, bölgede yaşanan bazı olaylar, “Medeniyetler şehri” tanımlamasına hiç uymuyor. Bölgenin dini çeşitliliğini simgelemesi amacıyla 2012’de inşa edilen “Hoşgörü Heykeli”nin akıbeti, hoşgörünün hiç de derin kökleri olmadığını gösterir. Antakya Balıkçılar Çarşısı’nın bulunduğu cadde üzerinde inşa edilen ve üç semavi dini temsil eden hilal, haç ve Davut yıldızının bulunduğu heykel kısa sürede tahrip edildi. Belediye de çözümü heykeli yeniden inşa ettirmek yerine, yerine zeytin dalı bulunan bir heykel yaptırmakta ve dini simgelere yeni “Hoşgörü Heykeli”nde yer verilmemekte bulmuştu.[20]


“Medeniyetler şehri”nin gerçek anlamda bu adının hakkını verebilmesi için farklı topluluklara mensup insanların ötekileştirilmedikleri sosyal, kültürel ve siyasal ortamın oluşturulması ve devam ettirilmesi zorunlu. Ancak burada şunu vurgulamak gerekir ki, “medeniyetler şehri” adlandırılmasının yaygınlaştırılması ve hoşgörüye dair yapılan vurguyla birlikte sıklıkla dile getirilen Hatay’da farklı etnik ve dini toplulukların bir arada yaşadığına dair söylemler çok da gerçekliği yansıtmaz. Evet, Antakya’da çok farklı topluluklar geçmişte de vardı, Şubat 2023 depremleri öncesinde de vardı. Esasında Antakya’da veya daha geniş bir biçimde Hatay’da, farklı topluluklar hiç de yansıtılmaya çalışıldığı gibi birlikte yaşamıyor, tarihte de birlikte yaşamamışlardı aslında. Hatay’daki durumu birliktelikten çok yanyanalık olarak tanımlamak daha doğru olur.[21]


Tarihten günümüze kadar, günümüzde şehirleşmenin ortaya çıkardığı çok sayıda istisnaya rağmen, Hatay’da farklı toplulukların yaşadıkları mahalle ve köyler net bir biçimde ayrışır. Hatta 2012 yılında yürürlüğe giren 6360 Sayılı Kanun çerçevesinde, Hatay’daki ilçeler bile ayrıştırıldı. Bu düzenlemeyle 2012 öncesinde Antakya sınırları içerisinde olan ve nüfusunun tamamına yakınını Arap Alevilerin oluşturduğu bölgeler ayrılıp “Defne” adında yeni kurulan bir ilçe, İskenderun’dan da yine Arap Alevilerin büyük çoğunluğu oluşturduğu mahalle ve köyler “Arsuz” adında yeni kurulan bir ilçeye dönüştürüldü. Tarihsel olarak Samandağ’ın büyük çoğunluğu da Arap Alevilerden oluştuğu dikkate alındığında, 2012 yılındaki düzenlemeyle Arap Alevilerin Hatay’da yaşadıkları yerler ilçeler bazında da net biçimde ayrıştırılmış oldu.[22] 2012’de Defne ve Arsuz ilçelerinin kurulmasının ardında yatan en önemli sebebin Antakya ve İskenderun ilçe belediyelerinin yerel seçimlerde belli bir siyasi parti tarafından kazanılmasını sağlamak olduğunu söylemek mümkün.[23] Belirli partilerin daha fazla sayıda ilçe belediyelerini kazanmalarını sağlamak amacıyla suni bölümlemelerle Defne ve Arsuz ilçelerinin kurulması, Antakya’nın sahip olduğu tarihsel kimlikle çelişiyor. Bu durum, son seçim sonuçlarında da ortaya çıktığı üzere, Hatay’ın ilçeleri arasında net bir ayrışmanın ortaya çıkmasına sebep oldu.[24] Böylesi bir durum, bölgede yaşayan topluluklar arasında mevcut sosyal, kültürel ayrışmanın siyasal alanda da net bir biçimde ortaya çıkmasına ve ayrışmanın yeniden üretilip derinleşeceği mecraların oluşmasına sebep olacak.


Bölgede çok kültürlülüğün devam ettirilmesi farklı dil, din ve etnik özelliklere sahip insanların bölgede yaşamaya devam etmeleri, farklı kültürlerle ve bölgenin çeşitliliğini yansıtan eserlerin, isimlerin devamlığıyla sağlanabilir. Önceki bölümde üzerinde durulduğu üzere, Antakya yöresinin çeşitliliğinin en önemli unsurlardan olan Hıristiyan Araplar ve Ermenilerin sayısal olarak bölgedeki varlığı sosyal, siyasal, ekonomik nedenlerden dolayı neredeyse tamamen silinme noktasına geldi. Sayısal olarak son derece sembolik rakamlara gerilemiş olan bu iki topluluğa mensup insanların 6 Şubat depremleri sonrası sağlıklı nüfus verilerine ulaşmak oldukça güç. Depremlerden kaynaklanan insan kaybı ve göçlerin etkileri henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, bu toplulukların aktif olarak günümüze kadar kullandıkları, Antakya’yla özdeşleşmiş çok sayıda dini yapının depremlerden etkilendiği biliniyor. Yaşanan depremlerde Hıristiyan Ortodoksların Antakya şehir merkezinde, Arsuz’da ve Altınözü’nün Tokaçlı mahallesinde bulunan kiliseleri tamamen yıkılırken yine Altınözü’nün Sarılar mahallesinde bulunan kiliseleri ağır hasar aldı.


Sonuç Yerine

Şüphesiz ki, Antakya’yı yeniden inşa etmeye yönelik faaliyetlerde, bölgenin deprem öncesi yapısına sadık kalınması son derece önemli. Depremde yıkılan Habib-i Neccar Camii, Antakya şehir merkezinde bulunan Rum Ortodoks Kilisesi ve Protestan Kilisesi başta olmak üzere diğer kiliselerin, Antakya’nın neredeyse sembolü haline gelen Meclis Kültür Sanat Merkezi binası ve Hatay Valiliği olarak kullanılan bina dahil olmak ve bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla Antakya şehir merkezindeki diğer tarihi binaların herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, aynı hassasiyet gözetilerek yeniden inşa edilmesi/onarılması şehrin geleceği için hayati önem arz ediyor.[25] Şehrin geçmişle olan bağını, çok kültürlü kimliğini yansıtan bu yapıların yeniden inşa edilmesi, şehrin belleğini oluşturan farklı toplulukların bölgede varlığının sürdürülmesini sağlayacak koşulların sağlanması, Antakya’nın “Kayıp Şehirler ve Medeniyetler” için hazırlanan kitaplarda yer almasına rağmen günümüzde de yeniden ayağa kalkabilmesine ve çok kültürlü yapısını gelecek nesillere aktarmasına katkıda bulunacak.[26]


Antakya adını unutturmaya çalışarak, Antakya’nın toplumsal çeşitliliğini, kültürel zenginliklerini dikkate almadan girişilecek yeniden inşa süreçleri geçmişinden kopuk “yeni” bir şehir oluşturmaktan öteye gidemeyecek. Bunun gerçekleşmesi Antakya’yı sıradanlaştırmanın ötesinde bir amaca hizmet etmeyecek. Antakya yeniden inşa edilirken, geçmişin mirası esas alınarak, çok kültürlü yapısının yeniden üretilebileceği koşullar sağlanarak adımlar atılması tercih olmaktan çok bir zorunluluk ve gelecek nesillere olan bir borçtur.

[1] Bu yazıda Antakya adı sadece resmi işlemlerde ‘Hatay Merkez’ olarak belirtilen merkez ilçeyi kastedecek şekilde kullanılmıyor. Bu ilçeyi çevreleyen diğer ilçelerden de bahsederken tarihsel adlandırmaya uygun biçimde Antakya adı kullanılıyor. [2] Farklı dillerde türkü ve şarkıları seslendiren, farklı dinlere dair ilahileri de repertuarında bulunduran Antakya Medeniyetler Korosu 2007’den beri faaliyetlerini sürdürüyor ve bölgenin çokkültürlülüğünün ulusal ve uluslararası bilinirliliğinin artmasına katkıda bulunuyor. [3] Soner Çağaptay (2006). Islam, Secularism, and Nationalism in Modern Turkey: Who is a Turk?, Routledge. [4] Mehmet Ali Gökaçtı (2017). Nüfus Mübadelesi: Kayıp Bir Kuşağın Hikayesi, İletişim Yayınları. [5] Levent Duman (2016). “Vatan”ın Son Parçası: Hatay’daki Uluslaştırma Politikaları, İletişim Yayınları, s. 128. [6] 1915’te yaşanan Ermeni tehciri kapsamında Antakya yöresinde yaşayan Ermenilerin de yaşadıkları yerlerden göç ettirilmesi planlandı. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu planlarına karşı Antakya yöresinin Musa Dağ bölgesinde yaşayan Ermeniler direnişe geçti ve 40 gün devam eden direnişin ardından Fransız savaş gemileri tarafından bölgeden tahliye edilip Mısır’ın Port Said şehrine götürüldü. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Mısır’a götürülen Ermenilerin büyük kısmı daha önce yaşadıkları Antakya yöresindeki evlerine döndüler. Antakya yöresinin otokton Ermenilerine ilave olarak, 1921 yılında Ankara Hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Anlaşması’yla birlikte Kilikya’da yaşayan Ermeniler Fransız yönetimi altında kalan bölgelere sevk edildi. Bu kapsamda, o dönemde Fransız yönetimi altında kalan İskenderun Sancağı’na da önemli sayıda Ermeni göç etti. Kilikya’dan gelen Ermeniler İskenderun Sancağı’nın çeşitli bölgelerine yerleştirildi, bunların iskanı için Milletler Cemiyeti yeni köylerin kurulması dahil çeşitli faaliyetlerde bulundu. Ayrıntılar için bkz. a.g.e.; Levent Duman (2017). “Birinci Dünya Savaşı’ndan günümüze Antakya/Hatay’daki nüfus hareketleri ve göçler”, Hakan Mertcan (ed.), Asi Gülüşlüm: Ah Güzel Antakya, İletişim Yayınları, s. 79-89. [7] Duman, 2016; Duman, 2017; Şule Can ve Levent Duman (2022). "Fransız Manda Dönemini 'İçeriden' Hatırlamak: Hatay'da Bir Sözlü Tarih Çalışması", Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 49, s. 505-517. Akademik çalışmalarda Antakya yöresinde yaşayan Hıristiyan Ortodoksların adlandırılmaları konusunda farklı isimler kullanılıyor. Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan Hıristiyan Ortodokslardan farklı olarak ibadetlerini Arapça gerçekleştiren bu topluluk “Hıristiyan Arap”, “Rum Ortodoks”, “Arap Ortodoks”, “Arapdilli Doğu Ortodoksları” gibi farklı isimlerle anılıyor. Bu topluluğa mensup kişilerin kendilerini adlandırmaları konusunda farklı tercihleri olduğu göze çarpıyor. Bu topluluğa mensup kişiler arasında da kendilerini tanımlama konusunda fikir birliği olmadığı yazarın sahada yaptığı çalışmalarda göze çarpmıştır. Bölgedeki toplulukların kendilerini tanımlamalarına dair farklı isimleri tercih etmeleri yörenin sayısal olarak en kalabalık topluluklarından biri olan Arap Aleviler için de söz konusu. Dışardan tanımlayanların bu topluluk için sıklıkla kullandıkları “Nusayri” terimi esasında hakir anlamlar içerir ve Arap Alevilerin kendilerini tanımlamaları konusunda benimsenmez. Bunun yerine “Arap Alevi”, “Alevi Arap”, “Alevi” tanımlamaları daha sık biçimde tercih ediliyor. Hıristiyan Arapların adlandırılması için bkz. Haris Rigas (2018). “Örnek Vatandaşlar mı? Beşinci Kol Mu? Sekülerlik ve Çokkültürlülük Arasında Suriye ve Türkiye’deki Rum Ortodoks Toplulukları,” Haris Rigas (der.), Üç Milliyetçiliğin Gölgesinde Kadim Bir Cemaat: Arapdilli Doğu Ortodoksları, İstanbul: istos Yayın, s. 9-42; Zerrin Arslan ve Şule Can (2022). “Kültürel Kimlik İnşası ve Bellek: Antakyalı Ortodoks Hristiyan Kadınlar ve Gençler”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt 25, Sayı 2, s. 254-277. [8] İskenderun Sancağı döneminde, Musa Dağ’daki 7 Ermeni köyü dışında Antakya şehir merkezi, Kırıkhan, Belen’in bazı mahalleleri başta olmak üzere bölgede önemli sayıda Ermeni yaşarken, günümüzde yalnızca Vakıflı’da çok büyük çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu az sayıda Ermeni yaşıyor. [9] Çağaptay, 2006, s. 121; Philip Khoury, P. (1987). Syria and the French Mandate: The Politics of Arab Nationalism, 1920-1945, I. B. Tauris, s.513; Kasaba, R. (2010). “Antakya between Empire and Nation”, P. Nikiforos Diamandouros, Thalia Dragonas ve Çağlar Keyder (ed.) Spatial Conceptions of the Nation: Mondernizing Geographies in Greece and Turkey, I.B. Tauris Publishers., s.202. [10] Serhan Ada (2005). Türk-Fransız İlişkilerinde Hatay Sorunu (1918-1939), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 223. [11] Sarah Shields (2011). Fezzes in the River: Identity Politics and European Diplomacy in the Middle East on the Eve of World War II, Oxford University Press, s. 232-236. [12] Duman, 2017. [13] 2012’de yürürlüğe giren Büyükşehir Belediyesi Kanunu’yla, köy statüsünde olan Tokaçlı mahalle statüsü kazandı. [14] Leyla Uyar (2017). “Bir kültür kesitinde Arap Hıristiyanlar”, Hakan Mertcan (ed.), Asi Gülüşlüm: Ah Güzel Antakya, İletişim Yayınları, s. 147. [15] Duman, 2016, s. 414. [16] Sonyel Oflazoğlu (2017). “Antakya Arap Yahudileri ve göç süreçleri: Leh Leha”, Hakan Mertcan (ed.), Asi Gülüşlüm: Ah Güzel Antakya, İletişim Yayınları, s. 183. [17] “Hatay’da Antakya Tartışması,” Hürriyet, 14 Eylül 2010, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/hatayda-antakya-tartismasi-15776912, Erişim Tarihi: 6.06.2023. [18] “Antakya’da yeni asimilasyon,” Evrensel, 17 Eylül 2010 https://www.evrensel.net/haber/181959/antakya-da-yeni-asimilasyon, Erişim Tarihi: 6.06.2023. [19] Kuruluşu binlerce yıl öncesine dayanan Antakya şehri ve onu çevreleyen bölge tarihte farklı adlarla anıldı. Fransız manda rejimi altında “İskenderun Sancağı” olarak adlandırılmasına rağmen, Hatay adının kullanımı görece yenidir. İskenderun Sancağı’nın Türkiye’ye katılması sürecinde bölge nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu iddialarını desteklemek ve çok eski tarihlerden beri bölgenin bir Türk yurdu olduğu tezlerini güçlendirmeye yönelik çabalardan biri ‘Hatay’ adının icat edilmesi oldu. Kimi yazarlara göre, Hatay adı bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından verildi. Hatay adı kullanılarak bölge ile Orta Asya arasında bağ kurulmaya ve bu süreçteki Türkiye’nin tezleri desteklenmeye çalışıldı. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Duman, 2016; Levent Duman (2018). “Siyasi Bir Araç Olarak Haritalar: Basında İskenderun Sancağı Haritaları”, Alternatif Politika, Cilt 10, Sayı 3, s. 321-348. [20] Duman, 2016, s. 418. [21] a.g.e. [22] Şunu belirtmek gerekir ki, şu an geçerli ilçe belediye sınırları çerçevesinde Defne, Arsuz ve Samandağ dışında kalan yerlerde de önemli sayıda Arap Alevi mahallesi bulunuyor. Örneğin, Antakya şehir merkezi ile Kırıkhan arasında kalan bölgede Serinyol dahil olmak üzere (bunlar şehrin batı tarafında kaldığı için coğrafi olarak Defne ilçesine eklenemedi) çok sayıda Arap Alevi mahallesi, İskenderun şehir merkezinde Arap Alevi mahalleleri, Altınözü’nde yer alan Arap Alevi mahalleleri mevcut. Fakat Defne ve Arsuz ilçelerinin kurulmasıyla 2012 öncesinde Antakya veya İskenderun’da nüfusunun tamamına yakını Arap Alevilerden oluşan yerler suni biçimde ayrıştırılmış ve bu şekilde Antakya ve İskenderun ilçe belediyelerinin Arap Alevilerin veya onların destekleyecekleri adayların kontrolüne geçmesinin önüne geçilmiş oldu. [23] Levent Duman (2020). “Seçimlerde sınırlar: ‘Başarılı’ bir stratejik taksimat örneği olarak Defne İlçesi’nin kurulması,” Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 9, Sayı 4, s. 2611-2626. [24] 28 Mayıs 2023’te yapılan Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinde, Kemal Kılıçdaroğlu geçerli oyların Arsuz’da yüzde 76,49’unu, Defne’de yüzde 91,35’ini, Samandağ’da yüzde 92,51’ini alırken, Recep Tayyip Erdoğan’ın oy oranı Arsuz’da yüzde 23,51, Defne’de yüzde 8,65, Samandağ’da yüzde 7,49 oldu. ‘Hatay Seçim Sonuçları’. NTV. 30 Mayıs 2023. https://secim.ntv.com.tr/hatay-cumhurbaskanligi-secim-sonuclari (Erişim Tarihi: 2.06.2023). [25] 1920’lerde Fransızlar tarafından bir sinema salonu olarak inşa edilen ve ilk olarak Ampir (Empire) Sineması olarak adlandırılan Meclis binasının adı, daha sonra İskenderun Sancağı’na gelerek Türkiye adına Fransız yetkililerle görüşmeler yürüten Orgeneral Asım Gündüz’e ithafen Haziran 1938’de Gündüz Sineması olarak değiştirildi. Sonraki süreçte Hatay Millet Meclisi’nin ilk toplantılarına da ev sahipliği yapan bu bina Hatay’ın Türkiye’ye katılması sonrasında da sinema olarak hizmet vermeye devam etti. Uzun yıllar müstehcen filmlerin gösterildiği özel mülk statüsünde bir sinema olarak kullanılan Gündüz Sineması geçtiğimiz yıllarda Hatay Valiliği tarafından satın alındı ve “Meclis Kültür Sanat Merkezi” olarak kullanıma açıldı. Ayrıntılar için bkz. Duman, 2016. [26] Shally-Jensen ve Vivian tarafından yeni yayınlanan “A Cultural Encyclopedia of Lost Cities and Civilizations” başlıklı çalışmasında Antakya geniş yer ayrıldı. Michael Shally-Jensen ve Anthony Vivian (2023). A Cultural Encyclopedia of Lost Cities and Civilizations, Santa Barbara: ABC-CLIO.

Bu platformun kendine ait resmi bir görüşü yoktur. Bu oluşum içerisinde yer alan tüm yazılar yazarların şahsi görüşüdür.  Okuduğunuz bu yazının yayın hakları nehna.org’a aittir, ilkelerimiz gereğince sitemizdeki yazıların paylaşılmasında bir sakınca görmüyoruz. Ancak paylaşım yapılırken evrensel basın ilkelerine riayet edilmesi, yazının ilk olarak nehna.org sitesinde yayınlandığına ilişkin ibare bulunması ve yazarın isminin anılması hususlarına dikkat edilmesini önemsiyoruz.

bottom of page