Yaramız var hiç geçmeyecek!
İzi de yok üstelik,
Yeri tüm bedenimiz.
Kalbimiz attıkça bizimle var olacak. Unutmayı aklımıza bile getirmeyeceğiz.
Yaşadık çünkü. Toprağımız yarıldı sadece ölenleri değil hepimizi, şehrimizi, kedimizi köpeğimizi, ağacımızı aldı içine ve alnımızın ortasında bir kırışıklık yarattı; aynaya her baktığımızda görüyoruz, hatta bir ağırlığı var mesken edindi bedenimizi bir yıl oldu hala gitmedi.
Antakyalı Olmak
Antakyam memleketim o benim, ne kadar anlatabilirim ki size? Her gittiğim de döndüğüm, her döndüğüm de bağrına basan beni. Her sokağın da yaşanmışlığım, bu toprakların çocuğu olan herkes gibi benim de kendimi en iyi bildiğim, ait hissettiğim yer.
Biz hep başkaydık o yüzden pek anlaşılmadık. Bakın abartmıyorum bu topraklarda hangi kapıyı çalsanız açılır, hangi insana denk gelseniz gereği yapılır. Laftan yaşamayız biz, bir kere denk geldiyseniz bize, hayatınız boyu çalacak bir kapınız olur. Kadın erkek ayırımının olmadığı nadir düzenlerdenizdir. Kadın ve çocuk her zaman en önce gelir. Kadın dostu kentlerdenizdir. Biz din, mezhep ayırımı da bilmeyiz. Bir insan biliriz bir de insanoğlu. Özgürüzdür, özgünüzdür. Kendimize hasızdır.
Antakya parkında yürürüz sabahları, akşamları Eski Antakya da toplaşırız. Orta Kahve’de tavla atar, köprüde buluşur, Armutlu da direnir, Samandağ’ında balık yer, Arsuz da yüzeriz, kalabalıksak Kuzeytepe, hafta sonu Harbiye, döner için Saray caddesi misafirimiz varsa Vakıflı, Hıdırbey, Titus Tüneli bir de mozaik müzesi. Rutinlerimiz bellidir. Yemeyi, içmeyi çok severiz ama yedirip içirmeye bayılırız. Mortadella da vardır mutfağımız da, çökelek salatası da, biberli ekmeksiz ev olmaz hrisi yapıldı mı girmediği ev kalmaz. İsim bayramlarımız var, şeker ve kurban bayramlarımıza ek, yumurta bayramımız, paskalyamız, hamursuzumuz, Evvel Temmuz’umuz var. Hepsi bizim hepimizin. Esnafımız var komşusuna dükkanını bırakıp giden, bir de biz geleni uğurlarken de ‘hoş geldin’ deriz. Gelişi ile ne hoş olduğumuzu bilsin, tekrar gelsin gönlümüzü hoş etsin diye yineleriz.
Koyu kaynamış kahve severiz şehir dışına çıkarken kahvemizi yanımızda getiririz. Ama depremden sonra getiremedik. Koli de hazırlayamadık arayıp ‘ne istersin’ diyemedik kimseye. Zaten artık hiçbiri kalmadı. Ne esnafı, ne camisi, ne kilisesi, ne sinagogu, ne dar sokakları, ne evlerimiz, ne komşularımız. Taş taş üstünde değil, ruh beden içinde değil. Ağıtlarımız var kalan, bir de acıdan ağlayamamalarımız.
Diaspora…
Biz öz vatanımızdan, doğduğumuz topraktan kaçarak çıktık. Bizim için nasıl acı verici, nasıl utanç sebebi keşke anlatabilsek size. Kendimize dahi itiraf edemiyoruz ki size anlatalım. Dönecek olma ihtimalimize sığınıyoruz. Kaçımızın ömrü yetecek ki dönmeye. Döndüğümüz de peki neyi bulacağız ki? Sokaklarımız yok, ekmek aldığım fırın, kapısının önünde tavla atan esnaf, adını bilmediğim ama her gün selamlaştıklarım yok. Hepsini geçtim sevdiklerimiz yok, en sevdiğimiz tabaklar kırıldı, özenle hazırladığımız yuvalar dağıldı. Herkes aynı anda mı çaresiz olur, herkes aynı anda mı acı çeker, herkesin mi canı burnunda hepimiz eksildik, hepimiz yarımız. Toparlayabileceğimizi zannediyoruz, ama içten içe biliyoruz eskisi gibi olmayacağını.
Umut…
Umut şimdiler de hepimizin duası.
Kendimizi umut etmeye zorladığımız, yeniden iyi olabileceğimize inanmak için kendimizle savaştığımız canımızı yaktıkça daha çok tutunduğumuz bir kelime.
Umut şimdilerde gerçek olmasını istediğimiz tek şey ve tüm memleketimin ortak sorusu: Biz neden bu kadar çok öldük?
Biliyor musunuz umutlu şeyler yazmak istiyorum, umuda davet edip hepimizi hadi hep beraber yeniden yapabiliriz demek istiyorum. İnanmak istiyorum, yeniden o topraklarda yaşayabileceğimize yakın zamanda.
Geçenlerde bir arkadaşım ‘’Bağıra çağıra ağlamak geliyor içimden, ama gözyaşım kalmadı’’ diye yazdı. Ve dedim ki ona ‘’ Sana söz, kendime söz yeniden ağlayabilecek kadar iyileşeceğiz hep birlikte.’’ Dilerim tüm memleketim iyileşeceğiz.
Umut bu günlerde hepimiz için koskocaman bir temenni.
Bir Yıl…
Bir yıl olmak üzere. Ben döndüm mesela ama eksiklerimiz çok fazla, kayıplarımızla başa çıkamıyoruz. Sorsan ‘çok şükür’ dilimizde ama ne yediğimizin tadı var, ne sohbetlerimizin.
İnsan alışandır ya!
Alıştık araziye dönen bir şehre memleketim demeye, alıştık sevdiklerimizden uzak hem de çok uzak olmaya, alıştık alışkanlıklarımızın hiçbirine ulaşamamaya. Her yağmurlu gecede sabaha çıkar mıyız korkusunu duymaya mesela. Korktuğumuzu birbirimize belli etmeyelim diye gözlerimizi kaçırmayı da öğrendik. Alıştık telefonumuz da artık hayatta olmayanların isimlerini okşamaya, fotoğrafları dahi kalmadı çoğumuzun onları hayalimizde yaşatmaya. Yeni gerçeklerimiz var suyun sürekli olmaması, elektriğin genelde kesik olması, dışarı çıktığımız da iş makineleri ile selamlaşıyoruz artık. Bir de ezbere bildiğimiz, gözü kapalı dolaştığımız caddeleri tanıyamıyoruz. Bir tanıdığımızla karşılaştığımız da nasılsın diye sormaya utanıyoruz biliyoruz iyi olmadığını, olamadığını kendimizden biliyoruz.
Ama umut hep vardı değil mi? Hep olacak.
Bu toprakların insanı inatçıdır, inadımıza güveniyoruz. İnadımız yorduğunda inancımıza sarılıyoruz.
Başka türlü insan nasıl başa çıkar hayatta kalmakla?